Kraliçenin Hizmetinde olan 007 James Bond’ u biliyorsunuzdur; son derece yakışıklı, erkeksi özellikleri kibarlıkla tamamlanan; zeki; dövüş sanatlarında usta, beş-altı dil bilir, her cemiyete girer; ileri teknolojileri kullanan bir adam…
O bir efsane. Ama gerçek değil, James Bond bir roman kahramanıdır; yazarı Ian Fleming!..
Bir rivayete göre James Bond’ un yazarı Fleming ile dönemin CIA yöneticisi Allan Dulles arasında yazışmalar olurmuş; amaç Bond filmlerindeki teknolojilerin Amerikan casuslarının da kullanılmasını sağlamakmış. O dönemde CIA, ayakkabıdan çıkan bıçağı üretme, manyetik izleme cihazı gibi yenilikleri buradan öğrenmiş…
Buradan çıkarılacak sonuç nedir?..
Teknolojik gelişmelerin arkasındaki beyin gücü, aslında gelişmiş bir hayâl gücünden besleniyor!!
Diğer sonuç; gelişmiş teknoloji, iyi bir haberalma gücünü tamamlayan en önemli unsurların başında gelir.
Ama hepsinin üstünde insan kaynağınız yetenekli olacak; çünkü aslında James Bond’ u iyi bir ajan yapan olayları çözümleme yeteneğidir!
İşte burada edebiyat gündeme geliyor; örnek verelim:
John le Carre ‘ nin Köstebek romanı ‘zekâya’ ağırlık veren bir kurgusuyla yazılmıştır; olay İngiliz İstihbarat Servisi’ nin içinde Rusya’ya (Sovyetler Birliği’ ne) bilgi sızdıran bir köstebeğin fark edilmesi üzerine başlıyor. Soruşmayı yürütmesi için yaşlı ve emekli bir adam olan George Smiley başa getiriliyor. Smiley klasik İngiliz yapında bir adam; soğuk ve mesafeli…
Teknolojiyle de pek ilgisi yok. Başka örnekler verelim;
Jan Guillou –İsveç’in tanınmış yazarlarından biri; 1973’ de casusluk suçlamasıyla on ay hapse mahkûm oldu.-
Diğer yazarlar: Graham Greene; Eric Ambler… -Ambler ismi üzerinde biraz duralım; onun İstanbul yer altı dünyasını ve gizli polis ilişkilerini anlatan, ‘Dimitri İçin Tabut’ (A Coffin For Dimitrios) romanı 1942’ de ‘Korkuya Yolculuk’ adıyla sinemaya aktarıldı…
Ki, dünya sinemasında çok önemli bir yere sahip olan Orson Welles, Türk İstihbarat Albayı Hakkı rolündeki oyunculuğuyla ün kazanmıştır.
Bizim en ünlü kahramanlarımızdan biri İngiliz Kemal’ dir. Yaşamıştır, gerçek adı Mahmut Esat Tomruk’ tur.
Bugünün M.İ.T (Milli İstihbarat Teşkilatı) öncesinde Teşkilat-ı Mahsusa vardı; Kurtuluş Savaşı sırasında harika denebilecek bir organizasyonla Milli Mücadelemizi başarıya ulaştırmışlardır.
Bu dönemde görev alanlardan birileri de, İzmir-Basmahane’deki hamallardan oluşuyordu dersek, belki daha da ilginizi çekecektir…
Basmahane’ deki hamallar İzmir limanına gelen-giden tüm envanteri kayda alıp Ankara iletiyorlardı; arada mühimmatların kullanım mekanizmalarının ömürlerini kısaltacak tesviyelerle yaptıkları, ya da çalıp yerel Milli çetelere ulaştırdıklarını duymuşuzdur…
Casuslar o dönemde genellikle el hareketleri, küçük kâğıtlara yazılı notlarla birbiriyle haberleşirdi.
Uzak yerlere iletilmek üzere kullanılan teknoloji telgraftı…
Cumhuriyetin kuruluşu ve o dönemlerine ilişkin casusluk alanında bizlerde fazla bir kayıt yoktur; bunun en önemli sebeplerden biri Teşkilat-ı Mahsusa’ nın ülkülere bağlılık dolayısıyla ‘ölümüne’ mücadele de gözü kara olması kadar, karşı istihbarat ya da ‘güvenlik’ amaçlı kullanılacak teknolojik imkânların sınırlı olmasından kaynaklanır.
O dönemde yüksek mevkilerdeki bazı vatanseverlerin Mason locası gibi yerlere üye olmalarının bir önemli nedeni budur; gizliliği sağlayan kuralların sağladığı güvenlikle birbiriyle konuşmalarıdır.
Ancak öte yandan Batı’ nın işgal planlarına karşı, Abdülhamit’ in de ‘Yenileşme’ üzerinden birtakım hamleleri oldu; modernleşme çabalarında İlk demiryolu, tıbbiye, güzel sanatlar teşkilatları için adımlar attı…
Yine de Osmanlı’ nın son yüzyılında modern çağın örgütlenme biçimi ile bilim üretimi (medrese) arasında, teknolojik düzeyin rekabetçi yapısı ile geri-üretim ilişkileri (tımar sisteminin bozulmasıyla başlayan) arasında ‘gerilime’ sahne oldu…
Ancak Devlet, asker teşkilatının ‘Milli’ kimliğini de korumaya çalıştı; -işte bu yeni devlet’in temel harcı olduğu için- Mustafa Kemal bu ‘Milli’ kimliğin içinden ‘halk’ ve ‘bağımsızlık’ ülküleriyle Osmanlı’yla çatışmış olabilir…
Yeni Türkiye’ nin harcı karılırken işgalden kurtulmak, bağımsızlığı kazanmak kadar, Kuvvay-ı Milliye’ nin aksiyon-hareket tarzları ile yabancı istihbaratla mücadele ettikleri riskleri iyi anlayabilmek gerekir. Netice itibariyle yeni devlet biçiminde ‘siyasetin’ şekillenmesinde esas güç, baskın örgütlenme yapısıyla ilişkilidir.
İstihbarat Savaşlarının da ana teması şudur: o toplumun ‘bilinç’ ve ‘organizasyon yeteneğine’ SIZMAK!…
İzlenilen yol bellidir: Kamu düzeniyle ilgili olduğu için, ya Devlet ele geçirilecek; ya da rakiplerinizi sindirmek için Devlet ile ‘çıkarlarınızı’ uzlaştıracaksınız!!!..
Bu istenilen başarıya sağlayamıyorsa, yani Devlet ele geçirilemiyorsa; ya da rakipler çıkarları Devlet ile ‘uzlaştıramıyorsa’, geriye iki ihtimal kalıyor:
Ya Devlet’i kendileriyle uzlaşmaya zorlamak!.. –Bunun için terör ya da Uluslararası baskı, ekonomik dayatmalar; reklam veya fısıltı mekanizması işletilebilir…
Ya da, o Devletin daha fazla ‘büyümesini’ engellemek için, düşman yaratılarak enerjisini başka yönlere kaydırmasına neden olunur;
O da olmuyorsa, ‘uygun zamanı kollayarak’ savaşa girilir! –
Ama bundan önce, mutlaka bir ‘güçkırdırma’ meselesi olmalıdır ki, o ülke zayıflasın…
İşte istihbarat tüm bu ihtimallerin ulaştığı düzey ile; konjonktür ve baskılara karşı, Devletin ve rakiplerinin elindeki imkânları nasıl yönlendirebildikleri ve ‘etkinliklerini’ nasıl kullandıklarını ‘öngörebilmek’ sanatıdır.
Bir sonraki yazıyla devam edeceğiz.
Osman Özbaş