Son aylarda dünyada İstihbarat Savaşlarıyla ilgili yeni gelişmeler oluyor. Mesela Amerika Birleşik Devletleri’ nin haberalma faaliyetlerine ilişkin büyük bir açık ortaya çıktı; Başkanlık seçimlerinde Rusların parmağı olup-olmadığı araştırılıyor. Hatta ABD, başkanlık seçimlerini etkileme ve siber saldırı girişimi gerekçesiyle Rusya’ya çeşitli yaptırımların uygulanacağını da açıkladı.
Rusya Dışişleri Bakanlığı, “Cevap kaçınılmazdır” dedi.
Durum ne yöne evrilir bilinmez ancak şu açık ki her ülke bağımsızlığını aslında istihbarat gücüyle pekiştirdiğinin farkında. En ufak zaafiyet o ülkenin başının büyük belaya girmesi demek.
Nitekim Türkiye de bu istihbarat savaşlarının içinde; hatta göbeğinde diyebiliriz! Ülkemize yönelik istihbarat riskleri tartışırken yakın zamandaki 15 Temmuz ‘ u hatırlatırım.
Buna karşılık Türk Haberalma’ nın da özellikle son zamanlarda karşı-operasyonlarla etkinliğini arttırdığı biliniyor.
Peki iyi bir istihbarat ağı kuramazsanız ne olur?
Eskilerden örnek verelim;
Bu ülke, bir zamanlar, Adana’da yakalanan dört İsrailli ajanın bedelinin, aynı dönemde İçişleri Bakanının başını yediği bir ‘dansöz’ ile aynı evde basılarak ödediği günleri gördü.
On İki Eylül öncesinde sağ-sol diye çatışan gruplar arasındaki sorunun ne olduğundan emin değilken, bir baktık, iç savaş ortamına çekiliyormuşuz… Öyle ki tetikçilerin mafya bağlantılarını açıklamak için ‘bizim çocuklar’ denildiğini biliyoruz…
Ziverbey Köşklerinde işkencecilerin nasıl ustaca bilgi almaya çalıştıklarını da sonradan öğrendik. Tarihin tozlu yaprakları arasında petrol arama anlaşmalarının sınırlandığını dosyaların ortaya çıktığını gördük.
12 Mart Muhtırasında Cemal Gürsel ile Hava Kuvvetleri Komutanı arasında büyük bir rejim riskinin yaşandığını da okuduk.
C.I.A ile yakın bağların geliştiği dönemde, derin devlet yapılanmasındaki NATO güvenliğinin dahil olduğu ilişkiler, Hükümetlerin politik stratejilerini belirlemişti.
Ve daha birçok olay… Hatta bir zamanlar MGK’nda rejimin ‘kamu düzeni’ açısından değişim ve derinliğin şiddetini ve yönünün nasıl belirleneceğine dair ‘kırmızı kitaptan’ alıntılar konuşuldu.
Gladio yapılanmasından söz edildi.
Bir baktık ki ‘güvenlik-demokrasi, büyüme, politika’ derken, aynı kavramların karşılıklarının ‘suça’ dönüştüğü bazı kanunlar çıkarıldı: NATO’ un Demirperde’ ye karşı savunma hattının en önemli konumunda , -hatta büyük ölçüde yabancı istihbarat ağının denkleminde- kaderine razı olan bir ‘koşullanmaya,’ Türkiye zorlandı!…
Peki bugün ne oldu da Batı’da, Türkiye ile ilişkilerde ‘risk’ görülmeye başlandı… Mesela Doğu Akdeniz politikamız ya da S-400 füzeleri nedeniyle Batı’ da eleştiriler arttı?
İlk itiraz, NATO Müttefiklerin ortak kullanım program alt yapısının sır’larının açığa çıkmasından çekinildiği yönünde.
Ama o zaman hemen aklımıza, Kıbrıs’a müdahale günlerinde bize engel olan ya da G3 silahlarını ‘Doğu da kullanmazsınız’ dedikleri söylemler akla geliyor.
İşte bugün yerli-milli silah sanayinin geliştirilmesindeki kritik nokta budur; Türkiye’ nin bağımsız bir şekilde savunma sanayinin teknik ve ‘savunma’ ağını nasıl dönüştürebileceğidir.
Acaba özellikle silah teknolojisi alanında Türkiye’ nin daha özgür bir arayışı olacak mı?..’ Eğer bu gerçekleşirse; bölgede yüzyıllardır egemen olan bir ülkenin komşuluğunu yeniden tesis etmesine engel olmak için ellerinden ne geliyorsa yapabilirler.
Batı’ yı kaygılandıran başka bir önemli sorunun perde gerisinde de Türkiye ile İsrail’in bölgedeki güç savaşı yatıyor. S-400 Hava Savunma Sistemlerinin etkinliğini bir de bu açıdan ele alalım.
İran üzerinden bir örnekle özetleyelim:
İsrail Hükümeti İran’ ı tehdit olarak görüyor; Türkiye ise komşusu ile ilişkilerini geliştirmek istediğinde dünya medyasında hemen, ‘Türkiye İranlaşıyor mu?’ mesajı işleniyor.
Bir de şu ‘eksen değişikliği’ dile getiriliyor. ‘Türkiye Batı’ dan uzaklaşıyor mu?’ diye. Peki neden bu söylenti, ya da bir başka ihtimalle Batı basını ve insanında yaratılmak istenen ‘kötü Türkiye’ imajı?…
Bu konuların medyada ortaya konuş şekli bizi kuşkulandırıyor.
Anlaşılıyor ki, Türkiye son dönemde ‘onlar’ için riski artan bir ülke.
Risk, çünkü Doğu Akdeniz’ de ya da Arap petrol bölgelerinin veya Avrasya koridorunun yanıbaşında politik etkinliğini arttıran ve istihbarat ağı güçlü, Milli bir duruşu olan bir Türkiye bazılarını huzursuz eder!
Bölgemiz yeraltı kaynakları yönünden de zengin. Hadi petrolden geçtik; Fırat-Dicle, Mezopotamya’ nın su kaynaklarıdır; bunları kontrol eden bir güç, önemli bir tarım arazisine ve demografik yapıyı etkileyebilir.
Daha da önemlisi, psikolojik; işte bu da Türkiye’ nin özgüveni kırmak üzerinedir… Diplomaside hem Batı hem Amerika hem de yakın komşularıyla sıkıştırılan bir Türkiye’ nin enerjisini ‘baskılamak’ içindir.
Türkiye’ nin bağımsız bir politika izlemesinin en önemli altyapılarından biri milli bir istihbarattır!
Osman Özbaş