Kadir ağabey, benim idolüm, rol modelimdi. Mert, delikanlı, biraz da delişmen bir kişiydi. Haksızlığa tahammül edemez, gerektiğinde zobranlı davranırdı. Beni çok severdi. Bana ‘Aslan parçası’ der, evimize geldiğinde kucaklayıp sever; şeker, çikolata, fındık ve fıstık verirdi. Küçük yaşlarda önce babasını, sonra annesini kaybetmiş; onu, çevresindeki herkesin sevip saydığı amcası, annemin uzaktan akrabası olan Kerim dayı büyütmüştü. Kerim dayı, mahallemizde kapı karşı komşumuzdu. Yaşlıca bir adamdı. Bağcılık yapar, yetiştirdiği üzüm ve meyveleri komşulara dağıtırdı.
Kadir ağabeyin babası, babamın sağdıcıymış. Bu yüzden babam, onu bakıp gözetir, yanlış hareketleri olduğunda müdahale eder, kızar, bağırır çağırır; böyle durumlarda Kadir ağabey, başını önüne eğer, sesini çıkarmaz, elini öper ayrılırdı. Babam, Kadir ağabeyi çıraklığa vermiş, kalfalık ve ustalık eğitimi aldırmış, kurslara göndermiş, yetişmesini sağlamış, işyerini açarken de yardımcı olmuştu. Kadir ağabey, otomobil tamircisiydi. Tamire gelen arabalara kimi zaman bizi de bindirir ve gezdirirdi.
Kerim dayının başlangıçta çocuğu olmamış. Kadir ağabeyi yanına aldıktan sonra bir kızı olmuş. Zeynep Abla.
Zeynep abla, Kadir ağabeyden sekiz yaş küçüktü. Kardeş gibiydiler. Kadir ağabey, Zeynep ablanın üzerine titrerdi.
Kadir ağabeyin can dostu, halamın oğlu Günay’dı. Aynı yaşlardaydılar ve içtikleri su ayrı gitmezdi. Günay ağabeyim demirciydi ve küçük sanayideki işyerleri birbirine yakındı.
* * *
1960’lı yılların başlarıydı. Kadir ve Günay ağabeylerim, semt meyhanesinde yaralanmayla sonuçlanan bir kavgaya karışmışlar, Kadir ağabey suçu üstlenmiş, üç yıl hapis cezası almış ve cezaevine düşmüştü. O hapisteyken, Zeynep abla, bizim de tanıdığımız anlaşıp gönlünü kaptırdığı Mesut ağabey ile kaçmış, bir hafta sonra evine dönmüştü. Anlaşarak kaçtığı ve reşit olduğu için Cumhuriyet savcılığı kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermişti. Ne kadar gizli tutulursa tutulsun, olay duyulmaya başlamıştı. Bu duruma Kerim amca ve eşi çok üzülüyorlardı. Kerim amca, küçük bir memur olan, başı sıkışanın başvurduğu mahallemizin akıl hocası babama danışıyor, “Kızın adı çıkacak, hamile olabilir, devamlı huysuzlanıyor, bu işi çözelim!” diyordu. Babam devreye girmiş, Mesut ağabey ve ailesi ile görüşmüş, ancak sorunu çözememişti. Zengin bir ailenin çocuğu olan, hiçbir işte tutunamayan, havai ve hercai bir tip olarak tanıdığımız Mesut ağabey nedense sorunu hafiften alıyor, ne evleneceğim ne de evlenmeyeceğim diyor, “Ailemi ikna etmek için uğraşıyorum, bana zaman verin!” diyerek araya girenleri oyalıyordu.
Kadir ağabeyin hapisten çıkma zamanı gelmişti. Olaylardan onun haberi yoktu. Zeynep abla, çok korkuyor, “Ağabeyim, bunun altında kalmaz, bana ve Mesut’a bir şeyler yapar!” diyordu. Tahliyeden bir gün öncesinden, bizim evde kalmaya başlamıştı.
Kadir ağabey, tahliye olunca amcasının evine uğradıktan sonra bizim eve gelmiş, yanında getirdiği cezaevi işi kolyeyi anneme, gemiyi babama vermişti. Çok gergindi. Olaylardan haberinin olduğu anlaşılıyordu. Hoş-beşten sonra Zeynep abla, çekinerek gelip, elini öpmüş, ‘geçmiş olsun’ dileğinde bulunmuş; Kadir ağabey, cevap vermemişti. Kızdığı belliydi. Babam, Kadir ağabeyle konuşmuş, “Soğukkanlı ve ölçülü davranmasını, acele etmemesini, bir şey yapmamasını, suç işlerse şartlı tahliyesinin yanacağını, Zeynep’in bir günahının olmadığını, biraz beklenmesi gerektiğini, Mesut ve ailesiyle tekrar görüşeceğini,” söylemiş, öğütlerde bulunmuştu. Kadir ağabey, cevap vermemiş, dinlemekle yetinmiş; babamın ısrarlı davranışları üzerine, “Zeynep, benim kardeşim; ben ona kıyamam!” demiş, Zeynep abla da evine dönmüştü.
Babam, Kadir ağabeyi devamlı takip ediyor, bir delilik yapmaması için uyarıyor, Günay ağabeyimle de görüşerek, “Kadir bir şey yapacak olursa, kendisini haberdar etmesini,” istiyordu.
Aradan üç-dört gün geçmişti. Hiç unutmuyorum bir salı günü sabah vakti, Mesut’un pazartesi gecesi dövüldüğü haberini almıştık. Beklenen olmuştu. Babam hemen Kadir ve Günay ağabeylerimi çağırmış, “Mesut’u dövüp dövmediklerini?” sormuş, onlar susmakla yetinmişler, ne dövdük ne de dövmedik demişlerdi. Babam her zamanki gibi öğütlerini tekrarlamıştı. Olayı tahmin edebiliyorduk. Mesut ağabeyi, bizimkiler dövmüştü. Babam onlar gittikten sonra, “Aferin iyi yapmışlar, dinsizin hakkından imansız gelir! Dayak cennetten çıkmadır!” deyince; annem kızarak, “Oğlanın yanında böyle konuşma, çocuk onlara özeniyor!” diyerek kızmıştı.
Kimsenin olmadığı bir gün Kadir ağabeye, Mesut ağabeyi dövüp dövmediğini sormuş, o da yüzüme bakarak, “Aslan parçası, aramızda sır olarak kalsın, dövdüm.” demiş; “Günay ağabeyim de var mıydı? soruma, “Evet vardı.” cevabını vermişti. “Nasıl dövdünüz, silahlı mıydınız?” soruma, gülerek, “Oğlum sen sorgucu musun? Başımıza savcı kesilme!” demiş, ısrar edince “Tabancamız vardı!” diye konuşmuş; ben de kendisine, mahallemizdeki dilsiz bir kız olan Meryem’den öğrendiğim işaret dili ile ellerimle sır sözü vermiş; herkes bilse de, bana söylenenleri hiç kimseye anlatmamıştım.
O gün Kadir ağabey, bana cezaevi yapımı bir tespih ve Galatasaray Spor Kulübünün armasını hediye etmişti. Galatasaray armasını vermesinin nedeni, beni Günay ağabeyimle birlikte Galatasaraylı yapmalarıydı. Armayı, yatağımın başına asmıs, tespihle de onun gibi sallayarak oynamaya başlamıştım. Tespihi salladığımı gören annem, “Sen bizim başımıza kabadayı mı olacaksın?” diyerek elimden almış; benim, “Kabadayı ne demek? Kadir ağabey kabadayı mı?” soruma, “Cevap verme, büyüyünce ne olduğunu öğrenirsin!” demiş, sakladığı tespihi ne kadar arasam da bulamamıştım.
Mesut ağabey şikâyetçi olmamış, bir hafta sonra bizim eve gelen babası babama, “Bu çocukları evlendirelim!” deyince; babam, Kerim dayı ile görüşmüş, iki gün içinde kız isteme olmuş, aynı gece söz kesilmiş ve nişan yüzükleri takılmıştı.
O akşam Mesut ağabeyi görmüştüm. Yüzündeki izlerden, iyi bir dayak yediği anlaşılıyordu. Kadir ağabey ise törene katılmamıştı.
Bir ay sonra Zeynep abla ve Mesut ağabeyin nikah ve düğünleri bir arada yapılmıştı. Nikah ve düğün günü babam, Kadir ve Günay ağabeylerimi çağırmış, gülerek, “Siz düğüne gelmiyor musunuz? Mesut’u siz dövmediğinize göre gelmenizde bir sakınca yok, gelseniz iyi olur!” demiş, onlar da eğlenceye katılmışlar; Mesut ağabey, hiçbir şey olmamış gibi Kadir ve Günay ağabeylerime sarılıp öpmüş, aradaki buzlar da erimişti.
Zeynep abla ve Mesut ağabeyin dört-beş ay sonra bir oğulları, daha sonra bir kızları olmuş, mutlu bir yaşam sürmüşlerdi. Mesut ağabey, havailiği bırakmış, babasından kalan pamuk çırçır fabrikasının başına geçmiş, Kadir ağabeye karşı saygıda hiç kusur etmemiş, zaman zaman yeri geldiğinde, “Benim aklımı başıma getirdi, ben o dayağı hak etmiştim!” diye konuşmuş; Kadir ağabey de onlara sevgilerini esirgememiş, her zaman yardımcı olmuştu.
* * *
Ne zaman bu olay aklıma gelse, Ziya Paşa’nın ünlü terkib-i bendindeki,
“Nush (nasihat, öğüt) ile uslanmayanı etmeli tekdir (azarlamalı),
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir (dayaktır).”
mısraları aklıma gelir ki; her ne kadar şiddete karşı olsam da, bazen bu olayda olduğu gibi hayırlara vesile olduğunu düşünürüm.
–——–+———-
Güzel Sözler
Başkasına yararı dokunan insan en kusursuz insandır. Sophokles
Her insan sırdaş olmaz, her desti su tutmaz. Nasr-i Hüsrev
Vefa ve samimiyet ilk prensipleriniz olmalıdır. Konfüçyüs
Dürüstlüğün, kurala ihtiyacı yoktur. Albert Camus