SORU-1:
Edebiyat tarzında neden şiir türünü seçtiniz; nedir sizi şiire yönelten?
Aslına bakarsanız şiiri seçmiş değilim. Zira kendimi yazı dilinden ifade etmeye başladığımda uzun cümleler kuran biriyim. Keza konuşurken de çok farklı olamıyor, uzun uzun cümlelerle meramımı anlatmaya gayret ederken buluyorum kendimi. Tabi belirtmem gerekir ki buradaki tercihi ve akışı belirleyen üzerinde konuşulacak konunun insanda uyandırdığı heves ve heyecandır şüphesiz. Her mevzuda konuşmak elbette mümkün. Ancak tat alarak sözcükleri artarda sıralama, manalı sesler oluşturma çabasındayken dinleyici ile de teması, gönül ve göz bağını yitirmemek gerekiyor.
Bazense insan kendini ya da bir konudaki düşüncesini his dünyasıyla bir kılıp az ama öz sözcükle şöyle bir esip geçmek istiyor. İşte o vakit şiirin büyülü iklimi, estetik dili size merhem gibi geliveriyor. Tüm anlamı, gönül hanesinden ayrılıp gelen duygularla bezenmiş bir kaç kelime o hissiyata tercüman oluveriyor.
‘Şiir, en yalın haliyle, şairin sözcüklere yüklenmiş duyguları diye tanımlanabilir’’
Bendeniz de şiirin sihirli dünyasından bir miktar nasibini almışlardan kabul ederim kendimi. Pek çok kimse, örneğin kurgu da olsa bir hikâye yazmakta mahir olabilmekle birlikte aynı yetkinliği şiirin dilinden bir ürün vermekte gösteremeyebilir. Bunu doğal karşılamak gerekir. Zira nasıl ki insan her hangi bir kişi, konu ya da eylem karşısındaki duygu dünyasında hüküm süren hali kısa ve öz olarak, hem de dinleyenin his dünyasına erişebilecek şekilde anlatıp açıklamakta zorlanırsa bunun gibi bir şiir vücuda getirmekte de aynı güçlüğe maruz kalabilmektedir. Şiir, en yalın haliyle, şairin sözcüklere yüklenmiş duyguları diye tanımlanabilir. Her konuda, her kişi teknik kurallar çerçevesinde şiir yazılabilse de onun kalıcılığı okuyanda oluşturduğu evrensel ölçüdeki duygulanıma bağlıdır. Hayatınız boyunca hiç bir zaman yolunuzun kesişmeyeceği biri öyle üç-beş mısraı alt alta dizer ki “ben deseydim aynen böyle söylerdim” deyiverirsiniz. Ama şair bunu sizin dünyanızdan bihaber olarak ve tamamen kendi iç sesinin saf ifadesi niyetiyle kaleme almıştır. O şiir o vakit size mal olmuştur artık. Şiirin bu özelliğine bayılıyorum işte. Zaman zaman sosyal medya hesaplarım üzerinden şiirlerimden paylaşımlarda bulunuyorum. Aldığım geri dönüş iletilerinden, bu şiirlerin, hiç tanımadığım kimselere ulaştığını, benzer duygu durumlarının evrendeki başka insanlarca da o anda yaşandığını, bu koşut halin ne kadar hayranlık olduğunu öğreniyorum.
‘Duygular tıpkı bahar yağmurları misali düşüverir kalemin ucuna.’
Şiir yazmak için onu besleyecek bir ruh halinin gerektiğine inanıyorum. Bu nedenle her daim şiir yazmak mümkün olmayabilir. Sınırlı anlar içinde yoğunlaşan duygular tıpkı yağmur bulutlarının kümelenmesi ve birbirlerine yaslanmasından vücut bulan bahar yağmurları misali düşüverir kalemin ucuna. Anın oluşması, bir önceki anların içine serpilmiş özlemler, vuslatlar, sevinçler, isyanlar, yakarışlar gibi insan hallerinin bir imbikten süzülmesine bağlı adeta. Ruhum böylesi etkiler altındayken yazdıklarımın daha hisli olduğunu düşünüyorum. Okuyucu da bu tür şiirlerde daha kolay buluyor kendini. Zira önce de ifade etmeye çalıştığım gibi duygularda da bir paralel evrenin var olduğuna inanıyorum.
SORU-2:
MCBÜ Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Levent Şık… Biyolojinin temel bilim vasıflarındaki öğretiyi elbette derslerinizde okutuyorsunuz, bunun yanında sağlıklı çevre sürekliliği ve botanik konularına ilgi duyuyorsunuz. Bir biyoloji profesörünün gözünden insan ve eko-sistem ilişkisi nedir?
Bu satırların kaleme alındığı esnada dünyanın nüfusu 7.7 milyar kişi kadardı. Bu konuda canlı istatistik bilgisi sunan onaylı web sitelerine göre aynı yine bugün 360 bin doğum, 150 bin ölüm gerçekleşmişti. Netice olarak düzenli bir şekilde insan nüfusu artarken besin kaynakları da hem varlık ve hem de adil paylaşım konusunda ciddi yetersizlikler gözlenmektedir. Bu sadece biz biyologların değil aynı zamanda mavi kürenin tüm insan paydaşlarının meselesi olarak önümüzde durmaktadır.
Bugün için yollarla, binalarla, çeşitli yapı modelleriyle donattığımız herhangi bir dünya köşesini yüz yıl kadar kendi haline bıraksak, örneğin yaşadığımız bölge yükseltiye göre değişmekle beraber kızılçam ve karaçam ormanlarıyla kaplanabilir.
‘Tabiata uyumlu olmayan hiç bir tercih varlığını ilelebet sürdüremiyor.’
Doğanın kendini yenileme gücü ne yazık ki günümüz insanının onu yok etme gücünü alt edememektedir. Çünkü tamamen biyolojik ilke ve yollarla kendi içindeki mücadelesini sürdürürken biz her türlü teknik aracı onun bağrına dayamış durumdayız. Tabiata uyumlu olmayan hiç bir tercih varlığını ilelebet sürdüremiyor. Bir bakıyorsunuz onca yoğun teknoloji ürünü bir insan eseri doğanın zaman zaman kendini gösteren gücü karşısında çaresiz kalıveriyor. O zaman canlılık bilimiyle meşgul biyologların, diğer temel bilimciler olan fizikçilerin, kimyacıların sözlerine dikkat vermekte yarar yok mudur? Zira onlar doğanın dilini okuma yeteneklerini bu uğurda tercüme etmekte kullanan kimselerdir. Bilim doğruyu göstermekle sorumludur. Şu da bir gerçek ki tek bir doğru da yoktur. Eldeki olanaklar doğrultusunda ortaya konan bir doğru zaman içinde terk edilebilir. Burada insanoğluna düşen doğruyu gösteren bilimin ışığına güvenmesi, bu konuda samimi olmasıdır.
Ekoloji, Latince kökenli olan ve “ev” anlamına gelen “oikos” ve bilim anlamına gelen “logos” kelimelerinden türemiştir. Kelimesi kelimesine çevrilse ekoloji terimi “ev bilimi” manasına gelir. Burada “ev” “doğa” yerine kullanılmıştır. Ekoloji organizmaları, onların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkisini inceler. Hal böyleyken doğanın (evin) neredeyse tüm paydaşları belli kurallar içerisinde varlıklarını sürdürme ve diğerlerine en azından zarar vermeme konusunda hassasiyet gösterirken, kendine bahşedilmiş düşünme yeteneğini kötüye kullanmak suretiyle insan doğanın diğer paydaşlarına zarar verme noktasına gelmiştir. Doğal kaynakları fütursuzca kullanmak, yenilenebilirliği mümkün olan kimi tükenir kaynakları yenilemekten kaçmak ama aynı zamanda pastadan en büyük dilimi alma azim ve gayretini göstermek kendisinde bulunmaktadır. Bu durumda sınırsız ve özensizce avlanan yaban hayvanlarının; çeşitli amaçlar için kesilip biçilen, yakılan ormanların; her türlü insani faaliyetin sonucu ortaya çıkan atık maddeler eliyle kirletilen yer altı sularının faturası insanoğlunun önüne elbette bir gün gelecektir.
Sera gazlarından adeta bir fanus içine hapsoluyoruz
Nitekim bugün değişen iklim düzeninden, bir zamanlar dünyayı besleyen verimli tarlaların gübre desteği olmadan ürün vermediğinden, önünde bir engelle karşılaşmadan büyük bir güçle akan ve sele sebep olan yağmur sularının şiddetinden şikayet eder durumdayız. Atmosferdeki sera gazlarının oluşturduğu olumsuzlar nedeniyle adeta bir fanus içine hapsolmak üzere olduğumuz da aşikâr. Bu tür konular medyada yer buldukça endişesi artan duyarlı insan toplulukları birçok eylem ve etkinlik içinde olsalar da yok edici etkin güç karşısında üstünlük kurmakta başarılı olamamaktadır. Dünyamızı büyük bir gemiyle eş tutarsak 7.7 milyar insanın aynı gemide olduğunu ve eğer su almakta olan gemimiz bir gün batarsa tüm insan ırkının bu yok oluştan nasibini alacağını unutmamak gerekir. Bu düşünceyle insanoğlunun uçurumun kıyısından da olsa geri döneceğine inanmak isteriz.
SORU-3:
Doğa’ nın bizlere bahşettiği bu inanılmaz çevre güzelliklerinin geçmişi milyar ve milyar yıllar öncesine dayanıyor. Öyle bir eko-sistem den söz ediyoruz ki, yani bitki hayvan, su, iklim ya da toprak gibi unsurların nasıl bir araya gelmiş, müthiş!.. Mesela bitki çeşitliliği diyoruz ya, çok değil 400 milyon yıl öncesine uzanıyor; bundan çok çok milyonlar yıl öncesinde yeryüzünde çok şiddetli bir basınç var: Avrupa’yla Kuzey Amerika kıtaları çarpışıyor mesela; daha öncesinde, yeryüzünde kaya tabanı sertleşmeye başlıyor; moleküllerin hücrelerinde de bir hareket var, toprak minerallerle zenginleşiyor.
Dünyanın dönüşü o kadar hızlı ki bir yıl yaklaşık 400 gün çekiyor. Bir gün yaklaşık 24 saat!…
Şunu sormak istiyorum; zamanın değişkenliği bitki çeşitliği ve gelişimi üzerine nasıl etki yapıyor?
Gündelik yaşamda da sıkça telaffuz edilen bir kavram var, biyolojik çeşitlilik. Bu, dünyadaki yaşamın çeşitliliğini ifade eder ve bütün farklı bitkileri, hayvanları ve mikroorganizmaları, içerdikleri genleri, karada ve suda oluşturdukları ekosistemleri kapsar. Biyolojik çeşitlilik sürekli değişim halindedir. Yeni genetik varyasyonlarla artar, neslin tükenmesi ve habitat bozulmaları ile azalır. Bugün dünyada yaklaşık 8.7 milyon farklı tür bulunduğu tahmin edilmektedir. Bu muhteşem bir zenginliktir. Bugün için tanımlanmış olan 1.9 milyon canlının büyük bölümünü hayvanlar (1.3 milyon) ve bitkiler (300 bin) oluşturur. Tanımlanmayı bekleyen tür sayısının yüksekliği dikkat çekicidir.
Şu anda doğal habitatlarda meydana gelen değişiklikler sebebiyle biyolojik çeşitliliğin sürekli olarak kayba uğradığı rapor edilmektedir. En önemli sebepler olarak da tarım üretim sistemleri, inşaat, orman, okyanus, nehir, göl ve toprakların aşırı sömürülmesi sonucu yabancı türlerin istilaları, kirlilik ve artan küresel iklim değişiklikleri gösterilmektedir.
İnsanoğlu için kısıtlı besin kaynaklarını avlama ve toplama faaliyetleri tarımın keşfi ve yerleşik hayata geçilmesiyle son bulmuştur. Güvenilir gıda kaynağına erişim toplulukların büyümesine imkân verdikçe sosyal birliktelikler de genişlemiş büyük krallıklar ortaya çıkmıştır. Tarıma geçiş dünyanın farklı yerlerinde başlamış olsa da Bereketli Hilal olarak anılan bölge (günümüzde Irak, Suriye, Lübnan, İsrail ve Ürdün) başı çekmiştir. Göbekli Tepe’nin gün ışığına çıkarılmasıyla tarımın günümüzden 11.000-12.000 yıl önce bu bölgede başladığı düşünülmeye başlanmıştır. Avrupa ise 5.000-6.000 yıl önce Anadolu’dan göçenler sayesinde tarımla tanışmıştır. Bu tip insan faaliyetleri biyolojik çeşitliliği de şekillendirmiştir. Tarım ve sanayi devrimleri arazi kullanımında dikkat çekici değişimlere yol açmış kentleşmeye, arazi terklerine sebep olmuştur. Biyolojik açıdan zengin alanların korunmasına yardımcı olan pek çok eylem de bu sırada son bulmuştur. Geleneksel tarım yöntemleri hızla terk edilmiştir.
Kişi başına tüketim hızla artarken aynı artış atık madde üretimine de yansımıştır. Refahı bulan insanoğlu nüfus artışıyla tam bir tüketici olmakla kalmayıp barınma gibi ihtiyaçları için de doğal yapıyı değiştirme, bozma yoluna gitmiştir. Zamana koşut olarak gerçekleşen tüm bu faaliyetler yıkıcı, yok edici sonuçlarıyla biyolojik zenginliğe, çeşitliliğe zarar verici boyutlara gelmiştir. Bilim insanları her yıl 200 ile 2.000 arasında türün yok olduğunu tahmin etmektedir.
SORU-4:
İnsanların çiçeklere ilgisi, bahçe bakımı, saksıda olsun, yakın çevremizde bir auro oluşturur mu; çiçeklerle psikolojimiz arasında bir iletişim var mıdır? Bir biyoenerji var mıdır?
İçinde yaşadığımız yüzyılın insanı çarpık kentleşme, sanayileşme ve nüfus artışı ile beraber ortaya çıkan çevre sorunları ile yüzleşmeye başlamıştır. Çünkü ihtiyaçlarını karşılama konusu gündeme geldiğinde insanoğlunun en kolay vazgeçtiği doğal kaynaklar yönünden olmuştur. İnsan, her türlü müdahalesine rağmen doğanın kendini tekrar tekrar yenileyecek güçte olduğunu düşünmektedir. Oysa bugün bu yeteneğin de bir sınırının olduğu bilimsel verilerle ortaya konmaktadır. Tüm bu olumsuz yaklaşımlarına rağmen aynı insan, ortaya çıkan birçok ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklarının çaresini de yine doğada arar durumdadır. Bir yandan birçok yan etkiye sahip sentetik ilaçlardan uzaklaşmak gayesi ile bitkisel kökenli tedavi edicilere yöneliş, diğer yandan yeşil alanlara duyulan ihtiyacı karşılayacak girişim konusundaki bilinç ve çabanın artışı insanoğlunu ümit var kılmaktadır. İnsanlar en olumsuz koşullarda bile kendi doğadan kopmuş yaşam ortamlarında yabanıl yaşama ait unsurları bulundurmak isterler. Bu bir çeşit doğaya dönüş özlemidir.
Son yıllarda birçok farklı kaynaktan duyurulan haberlerde antidepresan kullanımının gittikçe yaygınlaştığı ifade edilmektedir. İç dünyasındaki sorunlarıyla baş etmede bir desteğe ihtiyaç duymaya başlayan insanoğlu bu duruma bir yerde doğadan uzaklaşmakla kendisi zemin hazırlamıştır. Son yıllarda doğaya geri dönüş isteği yaygınca konululan bir konu haline gelmiştir. Bilimsel çalışmalar da göstermiştir ki doğanın bizzat kendisi, hayvanlar, bitkiler, çiçekler baş edilmez rahatsızlıkların tedavisinde insana en sağlıklı imkânları sunmaktadır. Rutgers Üniversitesi (ABD-New Jersey)’nde yürütülen bir araştırmada, kendisine çiçek gönderilen kişilerin uzun süren bir pozitif duygu artışı yaşadıklarını gözlenmiştir. Araştırma bulgularına göre çiçeklerin oluşturduğu etki sayesinde istenen duygu halini davet edebilmek mümkün görünmektedir. Bitkibilim (botanik) açısından bakıldığında çiçek bitkinin üreme organıdır. İçerdiği koruyucu kısımlar yanında tozlaşmada etkin olmak üzere çekimleyici güce sahip renkli ve kokulu kısımlarla bitkinin yeni neslini verecek olan eşey organlarına sahip bir yapıdır.
‘Her bir çiçek sahip olduğu renklerle bir ışık dalgası yaratmaktadır’
Tüm bunlar içinde insanı en çok etkileyen kısımlar elbette görsel bir şölen de arz eden taç yapraklar ve zihinde farklı hisler uyandıran aromatik yağların oluşturduğu kokulardır. Bu iki etmen bitkinin tozlaşmasında doğrudan rol oynar. Bitki açısından bakıldığında durum böyleyken insanoğlu göze ve algıya hitap eden bu özelliklerden farklı şekillerde faydalanmaktadır. Her bir çiçek sahip olduğu renklerle, retinadan geçip optik sinirlere giden ve vücudun cevap vermesini sağlayan zinciri uyaran bir ışık dalgası yaratmaktadır. Sinir sistemi boyunca sinirsel sinyallerin iletilmesine yardımcı olan Nörotransmitter salınımı gerçekleşmektedir. Bu salınım ile birlikte de insanı sakinleştiren bir hormon olan melatonin, uyarıcı etkisi ile adrenalin ve mutluluk hormonu olan serotonin salgılanmaktadır. Çiçeklerin insanı etkileyen bir başka özelliği de kokuları şüphesiz. Ülkemiz on iki bin civarındaki bitki türüyle çevremizdeki ülkelerin epeyce üstünde bir bitki çeşitliliğine sahiptir. Bu zenginlik içinde kokulu bitkilerin sayısı da hiç de azımsanmayacak düzeydedir. Ülkemiz dışındaki ülkelere yapılan ziyaretlerde gezilen park ve bahçelerdeki bitkilerin görsellik anlamında doyuruculuğu olasına rağmen koku konusunda ketum davrandıkları kolayca gözlenebilir. Örneğin Antalya, Muğla gibi yörelerimize turist olarak gelen ve doğa ile ilgisi olan kimselere sorduğunuzda bitkilerimizin çeşitliliğinin yanında kokularıyla da kendilerini etkilediğini söylemekten kaçınmazlar. Bu doğal zenginlik Anadolu insanın öylesine içten bir parçası olmuştur ki sevdiğinin kokusunu çiçeklere benzetmiş, sıla özlemini vatanının bitkileriyle dile getirmiştir. İnsanın doğası güzel görme ve güzel düşünme konusunda hazırlıklıdır. Bir çiçeğin koklanması bu olumlu duyguları harekete geçirir. O nedenle yakın çevremizde hem göze hem de koku hafızamıza hitap eden çiçekli bitkiler bulundurmak iyi hissetmemiz için en etkili yollardan biridir.
SORU-5:
İnsanların çiçeklerle duygularını ifade edişlerindeki estetik heyecan ne anlama gelir?… Güzellik imgesi de olabilir; anlatım heyecanını dile getirecek sevinç de olabilir; bunun nedeni bir geometri midir, çünkü simetri bakımından müthiş çekici türler var; ya da renk midir?… Veya şöyle sorayım; neden hasta ziyaretlerinde çiçek götürülür; ya da aşk söz konusu olunca çiçekler akla gelir?
Çiçeklerin gözümüze hoş gelen görüntüsünün altında simetri kavramı yatmaktadır. Sanatta, doğada, insanın günlük kullanımlarına konu olan ürünlerde bir simetri vardır. Bu ise sanat yapıtlarında güzel olanı işaret eden önemli bir öğedir. Bitki türüne göre değişmekle beraber dalların, yaprakların, çiçeklerin düzenlenişinde de bir simetri söz konusudur. Bu sayede örneğin hiçbir yaprak bir diğerinin ışığını kesmez, onu gölgede bırakmaz. Bu bilgi o canlı türünün genetik kodunda mevcut olup nesiller boyunca süregelir. Altın oran da denen ve matematiksel bir ifadesi olan bu simetri estetik açsından nesnenin güzel dediğimiz perspektifte görünmesine imkan verir. Simetri, benzerlik veya bir sistemdeki sistemler veya bölümler arasında denge olarak tanımlanabilir.
Farklı bitkilerin yapraklarına, çiçeklerine daha yakından baktığımızda bu estetik duruşu gözleyebiliriz. Nesnelere yakından baktığımızda pek çok ayrıntıyı görme olanağımız olur. Dikkatli gözlem ve ayrıntı ise bize doğadaki canlı çeşitliliğini fark ettirecek en önemli olgudur. Bu gözle baktığımız her çiçekte farklı bir renk ve şekil armonisi olduğunu görürüz. Böceklerle tozlaşma eğiliminde olan bitkilerin o böcekleri kendisine çekmelerinin bu renk ve şekil zenginliğine bağlı olduğunu kavrayabiliriz. Eğer bu tür gözlemler yap(a)mıyorsak doğadaki yaşam paydaşlarımızın kıymetini anlamamız, onların yaşam hakkına saygı duymamız da imkanlı olamamaktadır.
Anadolu insanı toprağı ve onu işleyerek elde ettiği besin maddelerini hep kutsal saymıştır. Atalarımızdan yadigâr özlü sözlere baktığımızda doğanın her öğesine en az kendi kadar değer verdiğini, yaşama ve yaşatma hakkının tüm can taşıyanlara ait bir sorumluluk olduğunu bildirilmiştir. Bu meyanda yanında, yöresinde meyve veren bitkilerden, hoş kokulu, rengârenk çiçekli bitkilere kadar farklı türden bitkiye özel yer ayırmıştır. Hal böyle olunca bahar mevsiminde okula giden çocuk bahçesindeki gülden bir dal kesip sevdiği, kıymetlisi öğretmenine onu hediye etmeyi fazlasıyla önemsemiştir. Türkülere, şarkılara konu olarak seçtiği; gizliden gizliye sevdiğini, ümit bağladığını yine çiçeklerin rengi ve kokusuyla anlatıvermiştir bir sır niyetine. O yüzden hangi coğrafyada olursa olsun çiçeklerin dili insanın gönlünden geçen tüm iyi duyguların lisanı oluvermiştir insanoğlu için.
SORU-6:
Çiçekler ve şiir arasında öyle güzel dizelerle anlatımlar var ki; sevdiğiniz, beğenerek okuduğunuz şairlerden, mısralardan bize örnekler verir misiniz?
Damlardaki kar, saçaklardaki buz,
Kanı kaynayan suya dar geliyor.
Haberin var mı? Oluklardan
Akan su sesinde bahar geliyor.
Duy güneyden estiğini rüzgarın;
Göreceksin neler olacak yarın.
Yuvada çırpınan yavru kuşların
Uçmak hevesinde bahar geliyor.
– Cahit Sıtkı Tarancı
Tüyden hafif olurum böyle sabahlar
Karşı damda bir güneş parçası
İçimde kuş cıvıltıları şarkılar;
Bağıra çağıra düşerim yollara;
Döner döner durur başım havalarda.
Sanırım ki günler hep güzel gidecek;
Her sabah böyle bahar;
Ne iş güç gelir aklıma ne yoksulluğum.
Derim ki: “Sıkıntılar duradursun!”
Şairliğimle yetinir
Avunurum.
– Orhan Veli Kanık
Bir çiçek duruyordu, orda, bir yerde,
Bir yanlışı düzeltircesine açmış;
Gelmiş ta ağzımın kenarında
Konuşur durur.
Bir gemi bembeyaz teniyle açıklarda,
Güverteleri uçtan uca orman;
Aldım çiçeğimi şurama bastım,
Bastım ki yalnızlığımmış.
Bir başına arşınlıyor bir adam mavi treni
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
– Cemal Süreyya
Soru-7:
Sizin şiirlerinizden örnekler verir misiniz?..Sizin şiirlerinizde çiçekler nasıl yer alıyor, aşk üzerine özellikle!
Çiçekler tüm olumlu hislerin yanına çok yakıştığı gibi aşkın da en kadim dostudur herhalde. Zamana meydan okuyan aşkların öyküleri anlatılırken o kırmızı güllerden, nazenin nilüferlerin sevgilinin duruşunu anımsatmasından, onun asaletinde bahis kurarken erguvanın renginden söz açmamak mümkün mü? Benim şiirlerimde ve yazılarımda en sık başvurduğun tasvir aracının temel unsuru doğadan nesneler oluyor çoğu zaman. Biyolog ve özelde de botanikçi olmam bu konuda bana ayrıcalık kazandırdığını hissediyorum. Bir bitkiyi hem bilimsel bakış açısıyla ve hem de edebi bir unsur olarak değerlendirebilmek büyük haz. Iki şiirimi paylaşmak isterim:
‘ÇOK ZAMAN OLDU’
Çok zaman oldu
Bir meşe ağacına sırtım vermeyeli,
Zeytinin dalından kurşuni bir yaprak almayalı,
Dutların, kayısıların halini sormayalı.
Çok zaman oldu
Hasır çubuklar arasından
Gökyüzü mavisine dalmayalı
O mavi ilhamdan bir ses duymayalı
Çok zaman oldu değil mi
Şöyle bir nefesle ihya olmayalı
O nefesin kadrine varmayalı
Çok zaman oldu.
Vakit o vakit şimdi
Geldi sağanak güneşli yaz günleri
Sabahları telaşsız gidişler
Akşam üzerleri ise aheste gelişler,
Melisa kokulu sokakları birbirine bağlamaya hevesler
Kilimleri serip boylu yeşil çimene
Sessizce toprağı dinlemeye dair hisler.
Mevsim o mevsim, vakit o vakit artık.
‘GEL HAYDİ’
Gel haydi,
Köprüye kadar yürüyelim seninle,
Kıyı boyunca.
Mevsimi ya erguvanların
Pembe kokular
Değedursun başımıza,
Sonra sen
Mineli bakışlarınla bak bana.
Ege’ye açılan şileplerden
El sallayan yabancı gemicilere selam verelim
Bilmesek de hiçbirini
En tanıdıklarımız onlarmış gibi yapalım.
Yarılan mavi sulardan kopan köpüklü dalgalar
Hızla koşarken kıyıya
Bekleyelim onları birlikte,
Tam sınırda,
Islandı ıslanacakken ayaklarımız
Sıçrayıverelim çocuklar gibi
O anda uzağa.
Sen ağız dolusu gül,
Bense sen dolu bakayım yine sana.
Gel haydi.