Bu ülkede ölmek, yaşamaktan çok daha kolay.
Maden ocaklarında, inşaatlarda çalışırken, yollarda seyahat ederken, sel ve deprem gibi doğal afetler yaşanırken, bazen meydanlarda, mitinglerde bombalar patlarken, hatta en güzel günümüzde, düğünde, dernekte mahallemizde magandalar havaya ateş açınca, bir bakmışsın ölüvermişiz.
İş kazası, terör olayı, trafik canavarı, doğal afet, maganda kurşunu gibi kavramlar artık bizim için su, ekmek, ayakkabı, televizyon, anne, baba gibi oldukça sıradan, çok kullanılan, kulağa aşina birer masum kelime, tanımlama.
Çocukken ne şehittir ne gazi, pisi pisine gitti Niyazi tamlamasına ne çok gülerdik.
Şimdilerde pisi pisine, göz göre göre, Azrail “Ben geliyorum, canınızı alacağım” dediği halde, tamamen ihmal ve istismar nedeniyle can verenlere şehit ve gazi deniyor.
Savaşta ölüme gittiğini bilirsin ve bilerek, isteyerek ölür, şehit olursun.
Bir deprem olduğunda yıkılacağı bilinen bir binanın altında kalıp ölünce kime, neye göre şehit diyeceğiz?
Tabi ki diyelim, ama şehitten önce bir katilin varlığı söz konusu değil mi?
Bu katil veya katiller konuşulmasın mı?
Ortaya çıkarılıp en ağır cezalara çarptırılmasın mı?
Cezalandırmayalım da besleyelim mi?
Onlara yardım ve yataklık edenler bulunmasın mı?
Öldürmeye azmettirenler, fırsat verenler, çanak tutanlar, denetlemeyenler, görmezden gelenler, örtbas edenler, rüşvetçiler, gerçek katiller elini kolunu sallayarak gezsin mi?
Devletimizin en kutsal makamlarında, en önemli mevkilerinde, en stratejik konumlarında bulunmaya devam mı etsinler?
Yeni ölümlere, daha büyük acılara, yine gözyaşlarına neden mi olsunlar?
Kalan diğer gözümüzü de mi oysunlar?
Bir kulağımızın arkası kalmıştı…
O zaman buyursunlar.