1992 yılı 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla Uğur DÜNDAR’ın hazırlayıp sunduğu bir programda ekranda bir bayan ilkokul öğretmeninin hatırasını dinlemiştim. Bu hatırayı sizlerle yine paylaşmak istiyorum. Bu bayan öğretmenimiz, bir hakim bey ile evlenerek Erzurum’un Olur ilçesine tayin olurlar. Çalıştığı bir ilkokulda okulun çeşmeleri devamlı çalınmaktadır, Okul Müdürü çeşme alıp takmaktan bıkmıştır, pusuya yatar ve çeşmeyi çalan çocuğun kendi öğrencileri olduğunu öğrenince onu okuldan atmaya karar verir.
Öğretmen hanım bu karara karşı çıkar, çocuk ile özel bir görüşme yapar, çocuk çeşme çalma sebebinin görmesi için öğretmeni evine davet eder. Zemheri bir kış günü o soğuk ve buz tutmuş bir yoldan yürüyerek bir toprak eve gelirler ve karanlık bir odaya girince bir yırtık ve yamalı yorgan altında buz gibi bir soğuk odada yatan bir nineyi görünce öğretmen hanım şoka girer. Çocuk konuşmaya başlar: ” Öğretmenim bu benim ninemdir, hayatta bu ninemden başka kimsem yoktur, hiçbir yerden gelirimiz yoktur, bazen komşularım yemek verirse yiyoruz, olmayınca aç yatıyoruz.
Ninem bir tas çorba içsin diye mecbur kaldığım için okulumun çeşmesini çalıp satıyor ve ekmek alıyordum.
Bu durumu öğrenen öğretmen hanım, durumu Müdürüne anlatır, çocuğun tüm ihtiyaçlarını karşılar, gazete bayiine bu çocuğa günlük gazeteleri vermesini, satsa da satmasa da parasını kendisinin vereceğini tembih eder. Öğretmen hanım, çocuk son sınıfa geçince parasız yatılı sınavlara götürür, çocuk sınavı kazanır, bu arada ninesi de vefat edince tamamen yalnız kalmıştır. Kimsesiz bu çocuk başarılıdır, bu arada öğretmenin eşinin tayini çıkar, yıllarca Anadolu’nun değişik illerinde görev yaparlar, emekli olunca İstanbul’a yerleşirler ve o çocukla irtibatları kesilir, nerede ve ne olduğunu bir türlü öğrenemez.
İstanbul’da ikamet ederlerken eşi vefat eder, tek çocukları olan oğlunun iki böbreği de iflas etmiştir, hastalığına çare bulamazlar, sürekli ağrı kesici gibi ilaçlarla idare etmeye çalışırlar. Bir gün öğretmenin oğlu evde fenalaşır, öğretmen hanım acele ile yakındaki bir eczaneye giderek ağrı kesici ilaçlar alır ama iğneyi yapacak sıhhiyenin nerede bulacağını sorunca orada oturan bir beyefendi, kendisinin doktor olduğunu söyleyerek ikisi birlikte hızla evlerine doğru giderler.
Doktor bey, evde böbrek ağrısı çeken gence iğne yapar, ağrı kesici ilaçlar verir, öğretmen hanım doktora borcumuz nedir diye sorunca doktor bey: ” Öğretmenim siz bana olan borcunuzu yıllar önce fazlasıyla ödediniz, o çeşme çalan hırsız çocuğun elinden tutarak benim hayatımı kurtardınız, doktor olmamı sağladınız.” der ve öğretmeni hanımın ellerine sarılarak ağlamaya başlar, öğretmen hanım da ağlamaya başlar. Doktor olan öğrencisi her gün öğretmeninin hasta oğluna iğne yapmaya gelir, yakından ilgilenir ama hasta genci kurtaramazlar ve vefat eder.
Öğretmen hanım programda son söz olarak şunu söylemişti: ” Bir oğlumu kaybettim ama bir doktor oğlumu buldum. Şimdi ben bir böbreğimi de böbrek hastası bir gence bağışladım.”
İşte öğretmenlik böyle bir meslektir, bizler öğrencimize üç sene hizmet ettik ama onlar bizlere yıllarca hizmet ediyorlar, hangi kuruma gitsem karşıma çıkan öğrencilerim bana yardımcı oluyorlar, hürmet ediyorlar, bundan büyük mutluluk var mı? 38 sene 4 ay öğretmenlik yaptım, hiç bir öğrencimi unutmadım, yirmi bine yakın öğrencimin tümünü tanıyorum, benim onlarda hakkım olduğu gibi onların da bende çok hakları vardır, onların sayesinde devletimden maaş ve ücret aldım, ailemi geçindirdim. On sene önce emekli oldum ama okulum ve öğrencilerim halen rüyama bile giriyorlar, hepsine hakkım helal olsun, hepsinin hasretle gözlerinden öpüyorum, sağlıklı uzun ömürler diliyor, selam ve sevgilerimi sunuyorum. ÖĞRETMENLİK, PEYGAMBER MESLEĞİDİR.