Demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları anlayışının hâkim olduğu ülkelerde; hukuk, rutin bir faaliyettir. Rutinlik, kimilerince sıkıcılık olarak değerlendirilse de, olağan durum ve zamanlarda en güvenli yoldur. Türk Dil Kurumu Sözlüğünde ‘rutin’ sözcüğü; “Sıradanlık, çeşitlilik göstermeyen, alışılagelmiş düzen içinde yapılan; yapılması alışkanlık hâline gelmiş iş.” olarak açıklanmaktadır. Özetlersek rutin, olağanlık (normallik) demektir.
Geçmişte hukuk devleti olabilmenin ilkeleri olarak, temel ölçüt olan demokrasi yanında, temel hak ve hürriyetler, kuvvetler ayrılığı, yargısal denetim, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi, masumiyet karinesi, kazanılmış haklara saygı, eşitlik gibi kriterler sayılırken; günümüzde bunlara hukuk güvenliği ve hukuki belirlilik ilkeleri de eklenmiştir. Anayasa Mahkemesi yerleşmiş kararlarında hukuk devleti kavramını, “eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, anayasaya aykırı tutum ve davranışlardan kaçınan, anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlet” olarak tanımlamıştır.
Hukuk güvenliği ilkesi, devlet faaliyetlerinin öngörülebilir olmasını ve takdir yetkisinin keyfiliğe yol açmadan uygulanmasını; hukuki belirlilik ilkesi ise, hukuk kurallarının açık olmasını ve kişilerin haklı beklentilerini bertaraf etmemesini içermektedir.
Ülkemizde, kişisel ve sosyal yaşamımızın her alanında, hukuk güvenliği ve hukuki belirlilik var mıdır? Buna gönül rahatlığıyla olumlu yanıt veremiyoruz. Bu olumsuzluğu giderecek olan ve rutin bir faaliyet olması gereken yargı, bu işlevini yerine getirmekte midir? Buna da yanıtımız, tam olarak yerine getir(e)mediğidir.
Bunun son örneklerinden biri, Şerafettin Can Atalay kararıdır.
Ş. Can Atalay, kamuoyunda ‘Gezi Davası’ olarak adlandırılan davanın hükümlülerindendir. Tutuklu olarak yargılanmış; ilk derece mahkemesi, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmeye yardım suçundan mahkûmiyet kararı vermiş, yaptığı istinaf başvurusu reddedilmiş, mahkûmiyet kararı kesinleşmeden milletvekili seçilmiş, daha sonra temyiz incelemesinden geçen karar, onanarak kesinleşmiştir.
Ş. Can Atalay, milletvekili seçildikten sonra, hakkındaki mahkûmiyet kararı kesinleşmeden yasama dokunulmazlığı kazandığını belirterek, yargılamada durma kararı verilmesini istemiş; istemi reddedilerek yargılamaya devam edilmesi nedeniyle seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının, tahliye talebinin reddedilmesi nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi Ş. Can Atalay’ın, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma ve kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğine oy çokluğuyla karar verdikten sonra kararın bir örneğinin hak ihlallerinin ortadan kaldırılarak başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin yerine getirilmesi için ilk derece mercii İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir (Anayasa Mahkemesinin 25/10/2023 tarihli, BB. 2023/53898 sayılı kararı).
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, yazdığı bir teskere ile dosyayı, “Anayasa Mahkemesince verilen bireysel başvuruya konu ihlal kararının, Mahkemelerinin değil, Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesince verilen tahliye talebinin reddi kararına ilişkin olduğunu, dosyanın bu Daire önünde bulunduğu sırada başvurucu Ş. Can Atalay’ın milletvekili seçildiğini ve bireysel başvuruya konu ihlalin bu Dairenin kararından kaynaklandığını…” belirterek Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi Başkanlığına iletilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiş; Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi, heyet hâlinde karar verilmesi için dosyayı iade edince, ilk derece mahkemesi heyeti aynı gerekçe ile ek karar vererek dosyayı gönderince bu kez aynı Daire özetle, “Anayasa Mahkemesinin Ş. Can Atalay hakkındaki ihlal kararına hukuki değer ve geçerlilik izafi edilemeyeceği cihetle, uygulanması gereken bir karar bulunmamakla, verilen mahkumiyet kararının temyiz incelemesi sonucu onanarak kesinleşmesi karşısında, Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına; hükümlü Şerafettin Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması için kararın bir örneğinin TBMM Başkanlığı’na gönderilmesine; Anayasa hükümlerini ihlal eden ve kendisine verilen yetki sınırlarını yasal olmayacak şekilde aşarak hak ihlalinin kabulü yönünde oy kullanan Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında gereğinin takdir ve ifası için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasına” karar vermiş (Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 08/11/2023 tarihli, Değişik İş 2023/144 sayılı kararı); bu karara yapılan itiraz, Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesi tarafından, itiraz yolunun açık olmadığı görüşüyle karar verilmesine yer olmadığı kararı verilerek kabul edilmemiştir.
Şüphesiz ki her mahkeme kararı uygulanmak-infaz edilmek için verilir. Bu husus, Anayasamız ile Ceza Muhakemesi Kanunu, Hukuk Muhakemesi Kanunu ve İdari Yargılama Usulü Kanununda açıklıkla belirtilmiştir.
Ancak Anayasamızın 148. maddesi, herkesin Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabileceğini belirtmiş; bu hüküm, Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 45. maddesinde de aynen yer almıştır. Bu maddelerde sözü edilen ‘Kamu Gücü’ kavramına, yasama ve yürütme organları ile idare makamları yanında, yargı organları da girdiğinden; Cumhuriyet başsavcılıkları ve mahkemelerin kesinleşen kararlarına karşı, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulması mümkündür.
Anayasamızın 153. maddesi gereği Anayasa Mahkemesi kararları, yasama ve yürütme organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişilerle birlikte yargı organlarını da bağlar. Aynı hükme, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinde de yer verilmiştir.
Özetleyecek olursak; anayasası olan değil, anayasal sistemi olan bir hukuk devletinde, Anayasa Mahkemesinin verdiği karar, Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesini de bağlamaktadır.
Burada Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi kararlarının içeriklerinin doğruluğunu ve yanlışlığını tartışmaya girmeyeceğiz. Konumuz, hukuki açıdan yanlış da olsa, doğru da olsa; Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması gerektiğidir.
Ayrıca, Anayasa Mahkemesi kararının, yerel mahkeme olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yerine getirilmesi gerekirken getirilmemesi ve bu Mahkemenin verdiği karar görevsizlik kararı mahiyetinde olduğundan, itiraz prosedürünün işletilmesi icap ederken işletilmemesi hukuka aykırı olup; Yargıtay Üçüncü Dairesinin, özellikle Anayasa Mahkemesi kararını yok hükmünde sayması ve ihlal kararı yönünde oy kullanan Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması, hukuk etiği ve tekniğine uygun düşmemiştir. Üçüncü Ceza Dairesi üyeleri hakkında yapılan çok sayıda şikâyeti incelemekle görevli Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun Başkanlığını da yapan Yargıtay Başkanının, yaptığı ‘Basın Açıklaması’ ile Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi kararını savunması ve geçmişte mevcut TCK’nın TBMM’deki Adalet Komisyonu görüşmeleri dahil, birçok kanun komisyonunda çalışan ve başkanlığını yapan, bazı komisyonlarda birlikte çalıştığımız Prof. Dr. İzzet Özgenç hakkında, Üçüncü Ceza Dairesinin suç duyurusunda bulunması yerinde bir davranış olmamıştır.
Sözün özü: Hukuk ve yargı, sorun yaratma ve çıkmaza sokma yeri değil, çözüm yeridir. Sorunları çözerken de, iç hukuk kuralları yanında, Anayasamızın 90. maddesi gereği milletlerarası andlaşmalara uymak zorundadır. Aksi, hukuk devletinden uzaklaşmak, hukuk güvenliği ve hukuki belirlilik ilkelerini çiğnemek demektir.
——–+———
Güzel Sözler :
Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet hâlinde varlığı kabul olunmaz. M. Kemal Atatürk
Bir kişiye karşı yapılmış haksızlık, bütün insanlığa karşı yapılmış haksızlık demektir. Emile Zola
Adalet yok olunca, yeryüzündeki insanların hayatına değer verecek hiçbir şey kalmaz. I. Kant
Bütün dinler ve ahlaklar, adaletle birleşir. Landor