Bedriye Aksakal Öğretmenimizin kitaplarından birinin adı ‘O Şehre Sevdalı.’ Manisa’ nın şehir kültürünü zenginleştiren, emek veren, çok gayretli ve biraz da şefkat ifade eden bağlılığı anlatan bir başlık bu.
Bir yazarın kişiliği kitabın başlığıyla ancak bu kadar güzel uyuşur.
Bedriye Aksakal’ı tanıyanlar bilir, yıllardır kültür, sanat yazın emekçiliğinin ince zihin dokumasından süzülen pek çok eser verdi. Bu kitabında da bilinç akışında evrensel kültüre köprü kuran önemli gözlemleri, kent tarihine ilişkin anılarıyla damıtıp satırlara döküyor.
Okurken eski mahallelerimize gidiyoruz; sokak sokak dolaşırken, bahçelerden yayılan sakız sardunyalarını, İzmir karanfillerini, cananlar, mercanlar, ortancalar, fulya çiçeklerinin kokularını içimize çekiyoruz sayfa aralarından…
Öyle ki sanki bahar kutlamalarındaki Hıdırellez coşkusuyla yenilenen bir ömrü anlatıyor bize Bedriye Aksakal; ‘Sevgi Çiçeklerim’ dediği öğrencilerine.
Anlıyoruz ki Spil’den Esintiler’le Şiir Dolu Geceleri doldurmak ancak O’nun gibi koca yüreklere yakışır.
Çünkü emekleriyle tarihe not düşmek her babayiğidin harcı değil. Zordur insanın geçmişini çevresel gözlemleriyle sarıp sarmalayıp bir kentin vitrinine ışık olması; ‘şehrin ve annenin yüzü’ ile unutulmazların arasına karışan ‘Sevginin Adı’ olması.
O, eskilerin ‘münevver’ dediği bir cevher taşıyor, belli. Bir kere yüreğinde katmer katmer sevgi olacak; çocuk olacaksın bin yaşında belki. Ozan olup dizelerinden kuşların şakayışlarını hissettireceksin. Hayatı seveceksin, sevdireceksin; elbette her şeyden çok, insanı seveceksin!..
Bedriye Aksakal işte böyle biri.
İlkokul öğrencilerini ‘patlıcan moru çalan zambaklar’ olarak niteleyen bir annenin; ‘Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi’ nin ‘Marifetnamesi’ni okuyan bir babanın kızı..
O, Torosların bu ülkeye umut olan bacasından tütüp, Mustafa Kemal’ in uygarlık ateşini bereketli Anadolu’ nun Kadim kültürüyle yoğuran bir insan.
O, Gördesli Pehlivanların rahle-i tedrisatından geçip; güneyde dağ, aşağılarda ırmak olan bir şehrin, Manisa’ nın Niobe Anası ‘na dönüşen bilgeliği…
O bir çevreci, hem öyle-böyle değil, zaten kendisine verilen manevi ünvanlardan biri de ‘Kadın Tarzan’;
Ayrıca Kuvayı Milliyeci; bir Kibele Ana, bir Öğretmen. Yazar.
Sürgüne de gönderilir, bir dönemin sakıncalısı da olur; kitapları da yasaklanır; ama insan ‘yaşam sanatının sanatkârı olmuşsa’ ne gam!.. Hele Bedriye Aksakal gibi, hayatın doğal dokusunun üstünde tarih ve uygarlık birikimlerini insancıllığıyla yoğuran bir felsefeye sahipse.
Bedriye Aksakal, sosyal iletişimlere kültürel, sanat ve eğitim ağırlıklı bir yapı kazandırılmasının önemine işret ederken, sanırım şehir kimliğinin ‘boyutlarını’ da veriyor. Örneğin şu söz çok çok önemli:
‘Bilgi toplumunda öğrenen kent olmak zorundayız.’
Ben Bedriye Aksakal’ın ‘O Şehre Sevdalı’ kitabını bu gözle okudum.
O’ nun kendini sürekli yenileyen, duruşunda sevgi olan; dostluk ve kardeşlik temasını evrensele yayarken, şehir kültürünün de birikimlerini zenginleştiren anılarını okumaktan her zaman büyük bir zevk duydum.
Osman Özbaş