Yüce Allah evrende birbirinden farklı pek çok canlı yaratmıştır. Yaratılan canlının ise değişik fiziki farklılıkları ve yaratılışının ötesinde birbirinden farklı görevleri vardır. Bu yaratılan canlı varlıklardan biri olan insanının diğer yaratılanlardan en önemli özelliği mantığı yani düşünce gücü ve irade sahibi olmasıdır. Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’de İsra Suresinin 70. Ayetinde; ““Biz, gerçekten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık” ibaresi İnsanoğlu’nun diğer canlılardan farklı yaratılış sebebini ve insanın üstün ve değerli bir varlık olarak yaratıldığını belirtmektedir.
Böylesine önemli bir yaratılışa sahip olan insanın yaşamında değişik kriterleri, düşünce farklılıkları ve yaşam çizgileri olabilir ama bence insanı insan yapan özelliklerin başında ilkeleri, ülküleri ve inançları gelmektedir. Yaşam serüveni içerisinde insanın acı ve tatlı günleri kolay ve zor zamanları mutlaka olur ilke, ülkü ve inancını kaybetmeyen bir insanın acı ve zor günleri en başarılı şekilde atlatması muhakkak olan bir gerçektir. İnsanı itibarlaştıran yegane faktörlerden birisi işte bu diklenmeden dik duruşu ve kişiliğini bozmadan, kibirlenmeden yaşamına devam etmesidir. Yani bir insan işini kaybedebilir, parasını kaybedebilir yeter ki bunları kaybederken kendisinden ödün vermeyerek itibarını kaybetmemelidir. Bu da o insanın ilke, ülkü ve inançlarına bağlı kalarak mümkündür.
İnsan hangi süreçte olursa olsun Allah’ın takdiriyle hangi makama, şana, şöhrete, maddi güce ulaşırsa ulaşsın onu kendisi yapan ilke, ülkü ve inançlarından taviz vermemeli aksine bu temel olmazsa olmazlara daha sıkı sarılmalıdır. Bir insanın hiçbir suretle diğer insanlara karşı büyüklük taslama, kibirlenme, hazımsızlık gibi bir lüksü olmayacağı apaçık ortadadır.
İlkeler insanı insan kılan, yaşam biçimidir. İlkeleri olan insan yaşamında yanlış yapmaz. İlkeleri doğrultusunda kararlar verir. İlkelerine uymayan davranışları ret eder ve ilkeleri olan birey ne yaşarsa yaşasın yaşamında yolundan ilkelerinden sapmaz. İlkeleri olmayan insanlar ufacık çıkarlar adına her kılığa girer. İlkeleri olan insan insanlığa, çevreye ve doğaya zarar vermez. Ufacık bir çıkar için insanlarını yarı yolda bırakmaz. İlkeleri olan insan ilkeleri doğrusunda mücadele eden zamanında dost olan insanları satmadığı gibi hakkında kötü sözde söylemez. İlkeleri olmayan insan rotası olmayan gemi gibidir. Nereye gideceği belli olmayandır. Rotasız bir gemiye benzemektense güvenilir, dürüst, ehli emin insan olmak kuşkusuz hem kendimize hem de insanlığa ve insanlara olan yaratılışımızın bir gereği olmalıdır.
İnsanın ilkeleri olduğu kadar inançları da mutlaka olmalıdır. İnancı olmayan insan temeli olmayan ve yıkılmaya her an hazır olan binaya benzer. İnsanı insan kılan en önemli inanç ise Allah ve dinine bağlı inancı ve sadakatidir. Allah’ı ve Kuran’ı tanımayanlar, cahillikleri nedeniyle hurafelerin etkisinde kalır, temeli Kuran’a dayanmayan bu batıl dini, gerçek din zannetme yanılgısına düşerler. Kuran’ı okumadıkları için de Allah’ın seçip beğendiği dinin güzelliklerini göremezler. İnsanın aradığı her sorunun cevabı Kuran’da vardır. Örneğin en önemli sorulardan biri, insanın bu dünyaya geliş amacının ne olduğudur. Bir örnek edinmeksizin yaratan Yüce Allah bunun cevabını Kuran’da bildirmiştir. Atmosferin her katının ayrı görevi vardır, güneş dünyayı ısıtır, ayın, havanın, toprağın, her şeyin bir amacı ve görevi vardır. İnsanın amacı ise yalnızca Rabbimize kul olmaktır. Allah Kuran ayetleriyle insanlara öğüt ve hatırlatmalarda bulunmakta, onlara doğruluk yolunu göstermektedir. Kuran bir insanın, Allah’ı tanımak ve O’nun hoşnut olacağı bir yaşam sürebilmek için başvurabileceği tek kaynaktır.
Dinden uzak yaşayan cahiliye toplumlarındaki din anlayışı oldukça çarpıktır. Böyle bir toplumun bireyleri de Kuran dışındaki kaynaklardan edindikleri kulaktan dolma bilgilerle dini öğrendiklerini sanır, Allah’ı ve O’nun emrettiği güzel ahlakı tanımazlar. Herkesin farklı doğruları olduğundan, toplumda birden fazla din yaşanıyor gibidir. Oysa gerçek dinin ana kaynağı Kuran’dır: Bu nedenle iman eden bir insan Kuran ahlakı ile cahiliye hayatı arasında orta bir yol aramaya çalışmaz. Bir insan ya şeytanın, ya da Allah’ın dosdoğru yolundadır, ikisinde birden yürümeye çalışmak samimiyetsizliktir. Sadece Kuran’a, yani en doğruya uyan kişiler, Allah’ın hem dünyada hem ahrette müjdelediği müminlerdir.
Allah’ın sevdikleri, müminlerin de sevdiğidir; Allah’a dost olan, müminlere de dosttur; Allah kimden razı ise, müminler de ondan razıdır; Allah’ı seven, Allah’ın sevdiği kullarını da sever. Allah yolunda olan salih müminler, Allah’ın en sevdiği kullarındandırlar. Bu nedenle müminler birbirlerini çok severler ve birbirlerine çok düşkündürler. Bizler Allah’ın sevgili kulları olarak bizler ilke, ülkü ve inançlarımızdan asla ayrılmamalıdır. Zaten bunları başaran insan aynı zamanda erdem sahibi olma zenginliğine de ulaşmıştır. Bu nedenle insan olmanın yegane ölçüleri olan mana zenginliklerinden asla taviz vermemeli, bugünün yarını olduğunu kesinlikle unutmamalıyız. Saygılarımla…