Kelleci Fırını kitabı ile kendisini tanıma fırsatı bulduğum, hatta kitabının baş kahramanlarından biri olan İsmail Gültekin’le ilgili geçtiğimiz ay yazdığım haberde belirttiğim, değerli Edebiyatçı Yazar – Şair Dinçer Taşdemir ile keyifli bir röportaj yaptık. Buram buram nostalji, kitap ve simit kokan söyleşi, sohbet havasında Simit Dünyasında geçti..
Öncelikle kendinizden bahseder misiniz?
Anadolu coğrafyasında pek çok örneğine rastlayabileceğiniz orta halli, ortalama bir Anadolu çocuğu olduğumu söyleyebilirim. Ağrılı bir ailenin üçüncü çocuğu olarak doğmuş, bir ya da iki yaşında Manisa’ya göçmüş ve hayata dair tüm birikimlerini yine bu şehirde edinmiş biri Dinçer Taşdemir. İlk, orta ve liseyi Manisa’da; Üniversiteyi Elazığ’da okudum. (Fırat Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü)
Yazmaya nasıl başladınız? Ne zamandan beri yazıyorsunuz?
Belki klasik bir cevap olacak ama hakikat bu olduğu için söylemek zorunda kalıyorsunuz her sorulduğunda: Ortaokuldaki Türkçe dersleri ilk tohumların serpildiği yıllarım diyebilirim. Özellikle şiire duyduğum ilgi zamanla edebiyatın, yazın hayatının büyülü dünyasına girmeme imkan sağlamış oldu. Kendimce yaptığım karalamaları bir deftere not etmiş olmam, belki de ilk kayda değer eserim sayılabilir. Lise, üniversite ve meslek hayatı derken heybeniz dolup taşmaya başlıyor.. Bu saatten sonraysa yazmak kaçınılmaz oluyor.
İlk kitabınızı ne zaman yazdınız? Adı nedir?
Çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yaptım uzunca bir süre. Yine bazı edebiyat dergi ve antolojilerinde şiirlerim yayımlandı ancak derli toplu ilk eserim 2010 yılında yayımlanan “Böyle Sevmek”adlı şiir kitabım oldu.
Yayımlanmış kaç kitabınız var? Eserlerinizin adları nelerdir?
Yayımlanmış iki eserim var. Şiir kitabım dışında geçtiğimiz Aralık ayında “Kelleci Fırını” adlı bir öykü kitabım yayımlandı.
Şuan da yazdığınız bir kitap var mı?
Yazım aşaması bitmiş olan, yayımlanma aşamasında olan toplumsal içerikli ve açıkçası biraz iddialı gördüğüm “Rayların Kıyısında” adlı bir romanım var. Yayın evleriyle görüşmelerimiz sürüyor. Bunun dışında oldukça uzun bir zamandır üzerinde çalıştığım, araştırma, inceleme ve gözlemlerde bulunduğum “Savaş mağduru genç bir kızın gözünden mülteci olmak” konusunu işleyeceğim ikinci romanımın yazımına henüz başladım. Tabii bu arada şiirle olan ilişkimi de kesmemek adına şiirler de yazmaya devam ediyorum. Şiir, üzerine kuma istemeyen bir sanattır. Ara vermeye, ihmal etmeye gelmez.
Yazmak sizin için hayat boyu süren bir serüven mi yoksa?
Yazmak da okumak da gözlem de hayat boyu süren, ruhumuza nüfuz eden uğraşlardır. Okumanın gerçek tadına varan birinin kitaplardan uzak kalması nasıl imkansızsa, belli bir birikime ulaşmış birinin hele ilk yazma deneyiminden yüzünün akıyla çıkmışsa kalemden, kağıttan gayrı durması mümkün değil. Tabii yazmak, pek çok aşaması olan bir sürecin belki de sonucu. Açıkçası dolmadan taşmak nasıl mümkün değilse o aşamalardan geçmeden kaleme kağıda sarılmak da geçici bir hevesten öteye götüremez insanı. Bu yönüyle evet yazmak hayat boyu süren bir serüvendir diyebilirim.
Kelleci Fırını ilk hikaye kitabınız mı?
Evet, ilk öykü kitabım oldu Kelleci Fırını. Bu hikayenin; konusu, şahıs kadrosu, zaman ve mekan unsurları olarak son derece özel ve ayrıcalıklı bir yeri var bende. Bu yüzden birkaç hikayeyi birleştirip daha hacimli bir kitap olmasını sağlamak yerine yalnızca o fırını, kahramanlarını, geçmişin onurlu hayat mücadelesini anlatan müstakil bir kitap olmasını istedim.
Kelleci Fırını adlı kitabınızı yazmak için bugüne kadar niye beklediniz?
Açıkçası neden beklediğimi ben de bilemiyorum. Zaman zaman eski dostlarımızla, mahalle ve çocukluk arkadaşlarımızla toplanır o hatıralarımızı yad ederiz. Yazılmamış, kayda geçirilmemiş gurur dolu çocukluk anılarımızın da bir nevi kayda geçirilmesini isteyen arkadaşlarım oldu. Bizler bu dünyadan göçüp gittikten sonra anılarımız yaşamalı diye düşündü pek çoğu. Ve bu düşünceler benim için birer işaret fişeği yahut ilk kıvılcım oldu diyebilirim.
Kelleci Fırını’nın kahramanlarıyla hala görüşüyor musunuz?
Evet. Hikayenin ilginç bir yönü de tüm kahramanlarının kendi kişilikleri ve gerçek isimleriyle yer alması. Bir dönemin Manisa’sının ve kenar mahallelerinin anatomisi de diyebiliriz bu öykü için. Kahramanlardan söz etmişken bir isimden özellikle bahsetmeden geçmek büyük bir vefasızlık olur. İsmail Gültekin! Güleryüzlü, sevecen, babacan, fedakar, emektar bir adam. Fırınında simit satan çocuklara kol kanat geren iyi niyetli, mütevazi bir insan. Hikayede adı geçen birkaç kisi ne yazık ki hayatta değil. Ancak diğerleriyle görüşüyorum.
Peki öğretmen olmasaydınız ne olmak isterdiniz?
Öncelikle mesleğimi çok sevdiğimi söyleyeyim. Çok sordum kendime bu soruyu ben de. Sanırım bir gazeteci olmayı isterdim. Hem insanlarla, toplumla iç içe olmak hem de bir şeyler yazma imkanına sahip olmak adına bu mesleği tercih ederdim diye düşünüyorum.
Kitabınızı imzalayıp armağan ettiğiniz ve ayrıca sorularıma içtenlikle cevap verdiğiniz için teşekkür ederim.
Ben de teşekkür ederim bu güzel sohbet için.
Kelleci Fırını eserinizin içinde ve arka kapağında yer alan anlatım beni çok etkiledi. Gazetemizin okurlarıyla paylaşmak istiyorum.
“Sabah ezanıyla yine ayaktaydı Kelleci Fırını’nın şen bülbülleri. Seher vaktinde uyanıp evvela evlerini, sonra sokaklarını, nihayet fırınlarını şenlendiren bu minik simitçi tayfasının çok işi vardı o gün. Simitlerini satar satmaz işe koyulmayı kararlaştırmışlardı. Fırına vardıklarında bu heyecanlarını ustaları ve güler yüzlü İsmail ağabeyleriyle de paylaşmışlardı. O kadar heyecanlı ve mutluydular ki bir dakika bile yerlerinde duramıyor, daldan dala konan bülbülleri andırıyorlardı. Hayalini dahi kuramayacakları şeyler kendiliğinden oluveriyordu. Sanki gizli bir güç, içlerinden geçenleri okuyor, hiç vakit kaybetmeden hepsini bir bir hayata geçiriyordu.”
Röportaj : Hasret Dilek Delier
KELLECİ FIRINI & KLAROS YAYINLARI