03/11/2021 tarihinde Formathaber sitesinde ‘Fidanlık ve Gediz’in Rasyonalitesi’ başlıklı bir yazı yazmıştık. Neticede Gediz Nehri’ ne ağır metaller salınıyor, dedik. (Bu bölgeyle ilgili ‘Muradiye’de Yeni İmarsızlık 1-2’ ve ‘Yerel Tarım Politikaları’ başlığında ele aldığımız Fidanlık alanının otomotiv veya sanayi yatırımlarına rezerv alanı gibi görünmesinin yanlışlığına belirttik.)
Kısaca yaklaşık 7 yıl önce ‘Fidanlığı sanayiye çevirirseniz Gediz’in güneyi biter.’ derken son yazımızda da Muradiye OSB üzerine yazmış, bölgede altyapı eksiklikleri ve arıtma tesisi hazırlıklarında dikkate alınması gereken hususları dikkatleri çekmiştik.
Ardından Gediz’in kirliliği ve nehre salınan atıklarla zehirlenen nehrin ağır metal içeren riskleri nereden kaynaklanıyor, diye araştırdık. Onca yıl temizlenemeyen, zehir atıkları ve debisi gittikçe boğulan bu nehri kurtarmak için idareciler ne yaptı diye sorduk, sonuçta konunun siyasetin ‘ağır metal’ faslına girdiğini gördük!
Şöyle ki: Vali Erdoğan Bektaş zamanında Akhisar-Manisa ovasının kapalı devre sulamaya geçileceği söylenmişti; Tarımsal Sit Alanı belirlenmesine dönük çalışmalar yapılacaktı ve Havza bazlı bitkisel üretim ve sulama optimasyonu gibi, bölgesel gelişim planı ve su kaynaklarına erişim politikalarının birleştirilecek, yani ‘Manisa Ovasında planlama yetkisi’ nin tek elde toplanan yönetim tarzıyla idare edilmesine çalışılacaktı.
Biliyorsunuz Manisa, 25 Havza bölgesinden biridi. Gediz’in de içinde bulunduğu 11 tanesinin eylem planı hazırlandı.
Buna göre önceki yıllar verileriyle Kapalı Sistem Sulama Projesi’ nde, Menemen Ovası dahil, Gediz’ deki 113 bin hektar alanda yeraltına alınacak; vanalar açıp-kapanarak her tarlanın başında 12 ay boyunca basınçlı su olacak-tı!..
Havzayı korumak ve Gediz’i kurtarmak için fabrikalardaki zehirli atıklar kontrol edilecek, yeni arıtma tesisleri yapılacak; bu yolla tarımsal üretimi besleyen doğal bir sera etkisi güçlenecek-ti!..
Biz bir adım daha ilerleyelim, Gediz’i ele alıyorsak, sadece Havza ıslah çalışmalarını değil, Nehrin içinden geçtiği tüm iller-ilçeler için geçerli olacak tarımsal bir bölgesel gelişim modeli oluşturulacak-tı;
Yani Gediz Eko-sistem’inin ele alınmasında ‘stratejinin çalışması,’ sadece kirlilik üzerine yoğunlaşmak değil; bununla beraber toprak kalitesi ve sulama projelerine ilişkin bürokrasinin bir alt-yapı yatırımı olarak hangi kurum ve yetkiyle nasıl bir uygulama sorumluluğunda kontrol edilebileceğine ilişkin organizasyon işlerliği sağlanacak-tı!
Buna göre önce Gediz Havza Yönetimi teşkil etti; sonra su kanunu çıkarıldı. Bunlar Su Koruma Genel Müdürlüğü ‘nün eylem planı içindeydi. Ardından Gediz Ovasında yapılacak yatırımlar çevre hassasiyeti dikkate alınarak belirlendi.
Bu esaslar ışığında;
a) ‘Günlük Maksimum Toplam Yük Yaklaşımının Gediz Havzasına Uygulanması Projesi’ ortaya kondu. Bunun için Gediz Havzasının özümleme kapasitesi belirlenecek, yani suyun kendi kendisini temizleme kapasitesi bulunmaya çalışılacaktı. Buna göre teknik anlamda, mevcut su kalitesine uygun olarak noktasal ve yayılı kireçler için deşarj değerleri belirlenecek, yük sınırlamalarına saptanacaktı.
b) ‘Bütüncül’ bir bakış açısı ile Gediz Havzasının topografyasının çıkarılması ve Ekolojik çevrenin korunması ve gelişimi ele alınacaktı.
c) ‘Havza Eylem Planı’ başlığında Manisa Büyükşehir ile Gediz bağlamında betonlaşma ve imar planları üzerinden bölgesel yakın çevre gelişimindeki şehirleşme ile;
Sanayileşme ve tarım ekonomisi dengesindeki kalkınma stratejilerinin belirlenmesi gerekiyordu.
Bunları böyle teker-teker anlatıyoruz ki siyasetçilerin ‘cak-cekli’ vaatlerinin bugün gelinen noktası iyi anlaşılsın.
Biz Gediz’i örnek vererek sorun çözme üzerine zihniyet yaklaşımlarını ele alırken, günlük çıkarlar, siyaset ve İdare ahlakı ile milletin menfaatleri nasıl kurgulanıyor, bunu anlamak istiyoruz.
İşte bugün geldiğimiz nokta:
Gölmarmara’ dan başlayalım isterseniz. Gölmarmara gölü kurudu, şimdi bölge milletvekillerinden sayın İsmail Bilen, bölgenin seçilmiş belediye başkanı ile atanan DSİ Bölge müdürü Gölmarmara’ nın suyunun neden –nasıl çekildiğini bize anlatıversin bilelim. Evet Gölmarmara halkının istihdamı kısıtlı, ziraattan para kazanıyor ama bedeli tarımsal alanlarımız çürüyor; siyasetçilerin görevi hazırda olanı tüketmek değil, yeni eserler yeni yatırımlar, yeni ufuk açarak halkı zenginleştirmek değil midir? On yıldır neden göle su verilemedi?.. Kuruyan topraklarda tarımsal üretim ve özellikle mısır ekimine –ki yasak olduğu için gece gece yaparlar bu işi- nasıl müsamaha edildiğini anlatıversinler bir zahmet? Bu ürüne 7 kere su veriliyor; yealtından da çekiyor.
2- Mısır ekimi bu toprakların çürümesine yol açmak gibi bir şey. Yeraltı suyunu çeker de çeker; buna karşılık buğdaya para verilmez mısıra öncelik verilir ama bu da bizim toprakları çökertir!.. Zayıflatır; verim düşürür; geri dönülmez mineralleşmeye neden olur.
Manisa’da Kula Selendi Köprübaşı dışında mısır( dane) üretimi destekleniyor; hani nerde kaldı Havza bazlı tarımsal ürün seçiciliği; isterseniz arazi ürün planlaması yaparken bir de ‘toprak yaşlılık-zehirlenme’ raporlarını da çıkartın, göreceksiniz özellikle mısır dikim alanlarındaki toprak mineralizasyonundaki olumsuzluğu! Hani nerde?
3-Hani Gediz Havzasının özümleme kapasitesi belirlenecek, yani suyun kendi kendisini temizleme kapasitesi bulunmaya çalışılacaktı; bu konuda çalışmalar ne durumda?.. Oysa nehirde arsenik yükselişi önemli bir orana ulaştı; kimyasal zehir ‘absordetinasyon’ –kendiliğinde temizleme- imkânı kalmayan bir akarsudan söz ediyoruz.
Gediz’in adı, artık bir dördüncü dereceden ‘kirli-sudur!’ Bunun anlamı ‘su kullanılamaz’ anlamındadır. İçinde krom, fosfor, nitrat, kurşun gibi ağır metaller var. Üstelik ‘bu topraklarda sulama yapılmaz’ diye bağıranlara inat, sulama birliklerine parayla buradan kanal açılıyor; sonra bu nehrin kenarında ıspanak, üzüm, domates- maydanoz üretiliyor… Bu yiyecekler de toplum sağlığımızı tehdit ediyor.
Durumun ne kadar vahim olduğunu örneklerle verelim:
İşte kanser vakaları! Bunun en önemli nedenlerinden biri doğa çevrim-dönüşüm zincirine insanoğlunun çevreye verdiği ‘zehirli atıklar.’ Artık görmüyor musunuz, ‘sağlıklı çevre değerlerinin’ korunmasına yönelik sermaye oranı büyüdükçe insan yaşamının ve parasal karşılıkların bedeli her geçen gün artıyor, farkında değil misiniz?.. Radon, hatta arsenikçe zengin veya asbest kalıntıları toprağa bulaştıkça, besin zinciri yoluyla halka-halka bu zehirler genetik kimyamızı bozuyor.
Pek çok hastalık yanında en önemlisi de kanser yayıldıkça-yayılıyor ve daha da yayılacak!…
Ülkemizde her yıl neredeyse yüzbin kanser vak’ası ortaya çıkıyor. Biz daha ne söyleyelim; hastalık sizde ortaya çıkmazsa çoluk-çocuğunuzda çıkacak; şimdi olmazsa yarın etkileyecek; kaçış yok!…
Biliyor musunuz, her yıl Türkiye’de 150 bin yeni kanser tanısı konuyor… Bu riskin neden farkına varamıyoruz?
Besin zinciri’ni geçtik, bir kanser hastasının devlet bütçesine maliyeti nedir hiç merak ettiniz mi?..
Kanserin Türkiye’ye maliyeti yıllık 2.5 milyar doları buluyor!
4-Ne demiştik az önce, bazı bölgelerde istihdam kısıtlı, vahşi sulama ve hatalı ürün seçimi de olsa –toprak verimliliği açısından- çiftçi ziraattan para kazanıyor gibi görünüyor ama karşılığında yer altı sularımız tükeniyor, tarımsal alanlarımız çürüyor.
İşte aynı mantıkla bakıldığında bertaraf tesisi yapmayan firmaların zehirli atıklarına da göz yumuyoruz.
Mesela Alaşehir’de rakı-şarap fabrikalarının arıtma tesisi var mı, veya Ahmetli-Sart arasındaki kum ocaklarına ne demeli? Bizim bildiğimiz Salihli, Saruhanlı’da birçok işletmenin hem kontrolsüz su çekimi yapması hem de zehirli atık bıraktıkları iddiaları konuşuluyor; hepsini geçtik genel olarak söyleyeyim, özel şirketlerden alınan CED raporlarının ardından kontrol müessesesi ne kadar işliyor?.. Ben söyleyeyim, sıkıntılı!..
5-Özel şirketler böylede OSB’ ler ne kadar farklı; Kula’ da tabakhaneler Gediz’i kirletiyor, OSB’ de arıtma tesisi yok. Buradaki kirlilik Salihli –Adala’ ya kadar gidiyor.
Turgutlu OSB’ nin arıtma tesisi yok. Akhisar zeytin OSB’si –yapılıyor-, Muradiye OSB’ de de yok ki önceki yazımızda bundan söz ettik.
İyi örnekler de var, Salihli OSB, Manisa OSB gibi.. Ancak bunlarda da ön arıtma eksiklikleri olabilir mi diye araştırmak lazım, çünkü fazla kirlilik debisinde rafinarizasyon iyi sağlanamıyor.
Bunların yanında bazı ilçelerde çöp depolama tesislerinin ve sanayi sitelerinin yol açtığı doğa tahribatını söylemiyorum bile. Ya da tarımsal ilaç zehirlerinin nehre akmasından söz etmiyorum.
Bir de Çaldağı gibi maden işleme tesislerinin doğaya verdiği zararı da katalım; mücavir kadastro tespitindeki faaliyetlerin rant ve plansız alt-yapı yapılaşma sorunlarını da ekleyelim…
Kısaca bu durumlar, yani mikro ölçekte, maden işleme tesislerinin, kirli suların dere ve nehirlere bulaşması, su kanallarına karışabilecek kanalizasyon şebekelerinin açılması, bertaraf tesislerinin kurulum ve hacim itibariyle gösterilen yer ve imha ekipmanlarının çevre ve ekonomik büyüklüklerinin iyi incelenmesi gerekiyor.
İşte biz de bu nedenle Gediz konusunu, yönetim- teşkilatlanma yapısındaki sorunları teşhis ve tedavi sürecindeki aksaklıkların ve başarıların nelere bağlı olduğunu görmek için, bir ‘test’ niteliğinde ele aldığımız için takip ediyoruz…
Çünkü ne vaat edilip ne yapıldığı, geçmişte ne söylenip, bugün ne olduğuyla ilgili bir karşılaştırma yapamazsak, işler ilerlemez.
Nihayetinde Gediz ‘i kurtarma çalışmalarında görev yüklenenlerin meslekî – bürokratik eleştirdeki en önemli kriter, Gediz Havzası’ ndaki kirlilik ölçüm değerleridir!
Osman Özbaş