Çağdaş toplumlarda, hakkını alamadığını veya haksızlığa uğradığını düşünen bir kişinin, hukuk devletinde yaşadığına inanıyorsa yapacağı iş; gücünü milletten alan, bağımsız ve tarafsız olarak görev yapan yargı mercilerine başvurmaktır.
Yargı, kuvvetler ayrılığı ilkesi açısından bakıldığında, yasama ve yürütme organlarının yanında üçüncü güçtür.
Anayasamızda yargı ile ilgili düzenlemelere geniş şekilde yer verilmiş; 2. maddesinde de Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır.
Peki, Ülkemizde düzenlemeler böyle iken, işleyiş nasıldır? Haksızlığa uğradığını düşünen bir kişi, yargı mercileri nezdinde hak arama yoluna gittiğinde, mağduriyeti giderilip hakkını alabilir mi?
Anlatacağım olayı bizzat yaşadım ve birebir gerçektir. Bu olay, aynı zamanda basınımızın siyasi iktidara yakınsa, nasıl korunduğunu da gösteren ilginç bir örnektir. Okuyun, değerlendirin ve kararınızı verin!
* * *
Adını vermediğim gazetemiz ulusal ölçekte yayın yapmakta, televizyon ve internet kanalları bulunmakta, sert, sivri ve suçlayıcı bir dille kişileri hedef göstermekten çekinmemekte, mahkeme kararlarına karşın borçlarını ödememek için isim değişikliği dahil her yola başvurmakta; ancak doğruluğu, dürüstlüğü ve Müslümanlığı da kimseye bırakmamaktadır… Sanırım, bu gazeteyi bulmakta güçlük çekmediniz!
Bu gazetede, 2009 yılında yayımlanan bir yazı ile kişilik haklarıma saldırıda bulunulunca, bir açıklama göndererek yayımlanmasını istedim. Yayımlanmayınca, başvurum üzerine Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliği tekzip kararı verdi. Tekzip kararına yapılan itiraz, Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesince reddedildi. Normal olarak cevabımın yayımlanmasını beklerken, yayımlanmayınca, şikâyetçi oldum. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca sorumlu yazı işleri müdürü hakkında, yapılan ön ödemeye de uymadığından, düzeltme ve cevabın yayımlanmaması suçundan dava açıldı.
Basın suçlarına bakmakla görevli Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi, benim ifademi alırken, duruşmaya çağrılan, ancak gelmeyen sanığın, daha sonraki beş oturumda getirtilmesine karar vermeden; davanın, Basın Kanunu’nda yazılı hak düşürücü süre içerisinde açılmadığından bahisle 2011 yılında düşürülmesine karar verdi.
Bu karara yönelik temyiz istemim üzerine Yargıtay’a gönderilen dosya, davamızda uygulama yeri bulunmadığı hâlde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, karardan sonra yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi için 2012 yılında mahallîne geri iade edildi.
Yeniden esasa kaydedilen dosyada, yine ifademe başvurulurken; önceki kararın sanığın lehinde olduğu görüşü ile beyanı alınmadan, temyiz incelemesi için 2012 yılında tekrar Yargıtaya gönderildi.
Bu karara yönelik temyiz istemimi inceleyen Yargıtay 19. Ceza Dairesi özetle, “Davanın süresinde açıldığı ve sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi gerektiği” görüşü ile 2016 yılında kararı bozdu.
Bozma sonucu yeni bir esas numarasına kaydedilen dosyada, yine beyanıma başvurulurken; Yargıtay bozma ilamına karşı ifadesinin alınması için davetiye çıkarılan, ancak duruşmaya gelmeyen sanığın celbi cihetine gidilmeden, 2016 yılında uyulan Yargıtay bozma ilamına aykırı olarak, davamızda uygulama yeri bulunmayan 6352 sayılı Kanun uyarınca kovuşturmanın ertelenmesine karar verildi.
Bu karara yönelik itirazım, Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesince aynı yıl reddedildi ve karar kesinleşti.
Kesinleşen karara karşı yaptığım kanun yararına bozma istemim, Adalet Bakanlığının başvurusu üzerine, Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 2017 tarihli kararı ile “Sanığa atılı eylemin, basın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat yöntemleriyle işlenmiş suç niteliğinde olmadığı, dolayısıyla 6352 sayılı Kanun kapsamına girmediği” belirtilmek suretiyle kabul edilerek Mahallî Mahkeme kararı bozuldu.
Yeniden Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi esasına kaydedilen dosyada, üç oturum daha önceden incelenen tekzip ve itiraz dosyaları yeniden getirtildi; dördüncü kez beyanıma başvurulurken, davetiye ile çağrılan ancak gelmeyen sanığın avukatı tarafından hazır edilmesine karar verildi, hazır edilmeyince hakkında iki kez zorla getirtilme (ihzar) müzekkeresi çıkarıldı; getiril(e)meyince 2019 yılında dava zamanaşımı dolduğu belirtilerek dava düşürüldü. Burada ilginç olan sanık vekilinin, “Yargılama koşulu gerçekleşmediğinden, müvekkili hazır etmedik.” şeklindeki savunmasının mahkeme tarafından kabul görmesi ve duruşma inisiyatifinin sanık vekiline bırakılmasıdır!
Temyiz başvurum üzerine bu karar, Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 2019 tarihli kararı ile”… zamanaşımının henüz dolmaması” nedeniyle tekrar bozuldu.
Bozma kararından sonra yeni esas üzerinden Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi beşinci kez ifademe başvurdu; sanığın beyanı yine alın(a)madı; aradan geçen sürede bu kez dosya gerçekten dava zamanaşımına uğradığından doğru olarak düşme kararı verildi.
Not olarak belirtmek istediğim bir husus da, gazetede yayımlanan tekzibe konu yazıda kişilik haklarıma saldırıldığından, açtığım manevi tazminat davasının da kabul görmemiş olduğudur.
Davaya, altı hâkim bakmıştır.
Mahkeme kararına karşın tekzip metni yayımlanmamakla, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan adil yargılanma, etkili başvuru, düzeltme ve cevap, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi haklarımın ihlal olunduğu ve korunmadığına ilişkin bireysel başvurum da, Anayasa Mahkemesi tarafından 2021 yılında kabul edilemez bulunmuştur.
Yukarıda özetle aktarılanlardan da görüleceği üzere, Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesinin kararları Yargıtay tarafından üç kez bozulmuş, davanın açılmasından bu yana yapılan beş tensiple davetiye ile çağrılan sanık duruşmalara gelmemiş, iki oturum zorla getirilmesi dışında altı oturum celbi için karar verilmemiş, iki oturum da getirilmesi sanık vekilinin inisiyatifine bırakılmış; bunlara karşılık benim beş kez talimatla ifadem alınmıştır.
Sanık, yazarlık ve sorumlu yazı işleri müdürlüğü yapan tanınmış bir gazetecidir. Bir medya grubunun ortağıdır ve bu grubun internetten yayın yapan kuruluşunun genel yayın yönetmenidir.
Bu sanık ve mensubu olduğu grupla ilgili olarak, sert üsluplarıyla, kişileri karalama, aşağılama ve hedef göstermeyi alışkanlık haline getirdikleri hâlde, haklarında maalesef etkin denilebilecek hiçbir şey yapıl(a)mamıştır.
Dosyada, adalet ağlamış ve âdeta yok edilmiştir. Benim beş kez beyanıma başvurulurken, her gün kamuoyu önünde görünen ve adresi belli olan sanığın her nedense savunması alın(a)mamış; sonunda da zamanaşımı nedeniyle davanın düşmesine karar verilerek bir bakıma dokunul(a)maz kılınmıştır.
Anlattığım bu yargılama sürecinin, basın özgürlüğü ve onun korunması kapsamında değerlendirilemeyeceğini düşünüyorum.
Söz bitmiş, yazı çaresiz kalmıştır.
Yazdıklarım hem serzeniş (sitem-yakınma), hem de isyandır!
Yaklaşık on yıl süren davada, Yargıtay 19. Ceza Dairesinin bozma kararlarına karşın, sanığın savunmasının alın(a)maması, uygulama yeri olmayan 6352 sayılı Kanun’un ısrarla uygulanmak istenmesi, adalet arayan vicdanları zedelemiştir.
Yapılanlar (veya yapılmayanlar), Türk yargısının içinde bulunduğu çöküntüyü göstermektedir.
Yargının içinde bulunan ve hakkını aramasını bilen bir kişi olarak benim başıma bunlar geliyor ve sonunda çaresiz kalıyorsam, vay benim garip vatandaşımın hâline…
Eskilerin bir sözü vardır: “Et kokarsa tuzlarsın, tuz kokarsa ne yaparsın?” derler. İşte Türk yargısının içinde bulunduğu durum budur!
Sözün özü: İlla adalet, illa adalet! Gecikmeyen, hiçbir baskı ya da telkin altında kalmayan adalet… Unutmayalım; adalet ve ona duyulan inanç olmadan sürdürülen yaşamın bir değeri ve anlamı yoktur. Bilinmelidir ki, adaletin olmadığı yerde var olan şey, zulümdür! O hâlde Adalet için yılgınlık göstermeden mücadele, mücadele, mücadele …
———-+———-
Güzel Sözler
Haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandır. Hz. Muhammed
Haksızlık önünde eğilmeyiniz; çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz. Hz. Ali
Haksızlığa uğramak, haksızlık etmekten evladır. Eflatun
Umut belki de gelecek sayfadadır; kapatma kitabı! Cemal Süreya