İki işçi konuşuyor; elde avuçta biraz birikimleri var, tek başlarına olduklarında bu para çar-çur olacak; bir fikirle pilav-ciğer dükkânı açıyorlar.
İşe başlıyorlar, temiz çalışıyorlar, öyle açık yerde tabakları yıkamak, köpükleri durulamadan silip rafa malzemeleri koymak yok.
Önceleri pazar yerinde, çarşıda tezgâhlarını kuruyorlar; sonra artı bir destek buluyorlar, kazançlarını da birleştirip bir dükkân tutuyorlar, becerikli oldukları için satışları da artıyor, kazanıyorlar…
Kazanamayabilirlerdi de, ancak emin olun girişimci bu tür insanlar için başarısızlık yoktur, kötü bir tecrübe yaşamışlardır, ileride bir gün şartlar olgunlaştığında yeni bir fırsat bulacaklardır.
İkinci örnek. Kahvede oturan işsiz gençlerden biri, kendi köyünde, yeraltında ya da mağarada tıpkı soğuk hava tesisi gibi iklimlendirme olduğundan söz eder. Diğerinin aklında bir fişek çakar, ‘orayı gıda ambarı gibi kullanalım, tarlada ucuza aldığımızı bu mağaralarda depolayalım, kışın manavlara satarız…’ Olur mu olur. Bu adımdan hemen sonra turşu işine girip ev yapımı kalite markası oluşturup satmaya başladılar. Şişe hariç 10 TL maliyet, 45 TL satış..
Birileri parça kumaş topluyor, bunlardan çamaşır bezi yapıp seyyar olarak satışa gidiyorlar dağ köylerinde… Bu bezler birbirine eklenip ağaç altlarına serilecek kumaşlar için de, kışın soğuktan koruma amacıyla ağaçların diplerine sarıp sarmalamak için de kullanılıyor. Sonra bagajlı bir araba ile çalı süpürgesinden plastik kaplara, pantolondan vantilatöre mallarını çeşitlendirirler.
Pek çok girişimcilik örneği var: Kimi takı tezgâhı açıyor, bazıları sermayelerini ekleyip yasal prosedürü tamamlayıp çocuk ya da yaşlı bakıcılığı yapıyor; yeteneği olanlar ilkbahar öncesi aşı işlerine gidiyorlar, bazıları elde keser-balta, diğerinde kement ip, ‘budakçı’ diye bağırarak bahçe otlarını temizlemek üzere nasibini arıyor…
Gıda fakültesinden mezun biri bir arkadaşıyla, katkısız, meyveli dondurma imalatına girişiyor; üçüncü ortak alıp bahçeli küçük bir dükkâna dönüştürecekler…
İki marangoz, yat kabini imalathanesinde çalışırken, kendileri bu işe girişecektir… Bu iş tuttu, şimdi Seferihisar’da gayet güzel çalışıyor.
Menemen’de görmüştüm; çömlekçi bir adam, ürününü yapıp kenara bırakıyor; bir arkadaşı gelip, ‘bunları boyama işini yapıp satsam nasıl olur’ diye sorar. Önce kaba boyayla renkli saksıları okullara satar, parası öğrenci velilerinden çıkmak üzere… Daha sonra iki okulun çevresine ya da küçük bahçesine bu saksıları sattı satmadı, hoop!.. doğru Kuşadası’na; çiçekçiliği de çömlekçiliğe ekleyip dükkân açarlar, bu kez seramiğe benzer hediyelik eşyalarla satışları arttırırlar…
Sonra ne mi olur?
Ortakların aileleri işe karışmaya başlar. Özellikle hanımlar, ‘onlarda var biz de niye yok’ diye diye işin tadı kaçar. Diğerinin çocuğu şu okula gitmiş, biz neden gönderemiyoruz; onun şu marka arabası var biz de niye yok!’
Öyle bir karşılaştırma yapılır ki, açıkçası işyerinden mal kaçırıyor, para çalıyor demeye getirilir.
Ortaklık bozulur.
Kazan-çömlek kırılır!..
Ve cırlak kafalarda şu inat dillenir: ‘Bizim öküzümüz öldü ama onun da öküzü öldü, oh olsun!’- Aptalca ama maalesef olan şeyler bunlar-
Bir de resmin diğer yanına bakalım:
Ortaklardan birinin niyeti bozuk; içten pazarlıklı diyelim.
Amaç bir diğerinin işini bozmaksa, bu ahlakî değildir. Bu aşamada ticaret hukukunun, kapitalizmin ya da toplumun gerçek anlamda ‘iyi-dürüst’ adamı koruma kurallarının devreye girmesi gerekiyor…
İşte bu aşamada küçük büyük demeden ‘ortaklık’ işletmelerinin kuruluşunda akil adam vasıflı kişilerin aracı olması iyi bir şeydir. Bu akil adamlar görgüsü ve bilgisi takdir edilenlerden olmalı.
Bu insanlara eskiden daha çok rastlıyorduk!
Şimdi nerede ve nasıl bulunacak; hadi bulduk diyelim nasıl işin içine girecek?
Biliyorsunuz, oda-birlik- borsa organizasyonları anlamında pek çok yerel ekonomik kuruluş var. Bu kuruluşlara ‘ortaklık adaylarının’ başvuracağı komiteler oluşturulup, bu komitelerin yönlendireceği, piyasada kendini kanıtlamış, olgun ve akil insanlara danışmaları sağlanabilir.
Tıpkı bir LONCA SİSTEMİ gibi, iş kurmak-açmak isteyen insanların öncelikle ahlaken bu işi götürebilecekleri konusunda bir gözetim mercii oluşturulur…
Yani odalar-borsalar gibi kuruluşlar, aldıkları aidatların ve yasal gelirlerin hakkını vermek üzere bir anlamda sorumluluk yüklenecek… Yönlendirecekleri akil adamların referansına Kosgeb gibi kuruluşların da itibar edeceği bir danışma mekanizması işlerliği kazanmalı ki yarı-resmi de olsa ‘tavsiye’ gücü olabilsin. (Sahi oda başkanları performans kriterleri belirliyorlar mı, koltukta kaldıkları sürece, yeni iş sahası ve yeni eleman kazandırmak, kredi şartlarını iyileştirmek ve Pazar geliştirme amaçlı fizibilite çalışmalarına nasıl katkıda bulunuyorlar?)
Artık bundan sonra iş bilenin-kılıç kuşananın.
Temel prensip şudur:
Eğer bir ortak diğerine kazık atmışsa bu konu piyasada bilineceğinden, yapanın yanına kar kalmayacak… Ama genel olarak veya benim şahit olduklarımda böyle olmuyor toplumumuzda; adam hırsız, namussuz, belki zeki ama alengirli karakterli, yine de bir şekilde kendini satıyor çevresine! Hani bugünlerde çok duyduğumuz gibi o bunu dolandırdı-şu çaldı çırptı diyoruz da, sonra bu adamlar şerefliymişler gibi el üstünde tutuluyor; berbat olan budur!
Demek ki iş yapma ve toplum ahlakında da sıkıntılar var.
Ama aksine dürüst-namuslu işadamını korursanız emin olun ekonomi daha da iyi gidecektir.
Bunu yapamazsanız veya toplumda birbirinin zenginliğini ve emeğini, hatta namuslu karakterini çekememezlik varsa; böyle olunca ekonominin genel dinamikleri açısından ‘siyaset’ de esasen arka planda kalır. (Siyaset ve namus bir başka konudur!) Bir kez daha belirtiyorum, önemli olan dürüst insanlar ve kurumlar üzerinden emek ve verimlilik değerlendirmeleri ile uluslarararası kalite normlarının yerine oturmasıdır.
Bir ülkede adalet kadar ahlakî değerler de ciddiye alınmazsa, o toplumun ortak çıkar, beka ve güven ilişkilerini tesis edemezsiniz.
Öyle olunca ya birbirimize karşı yabancılaşmayla umursamazlıklar artar.
Ya da kaliteli ürün ve olgun demokratik standartların gerisinde kalarak, ‘gâvur yapıyor’, deyip birbirimizi yer- dururuz!
Sonra da psikopat hayatınızın böcek ezikliğinde ‘mış’ gibi yaşayıp gönüllerin ve tarihin çöplüğüne atılırsınız!
Osman Özbaş