DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

(HİKÂYE) AŞK MI ŞEFKAT Mİ?

Yayınlanma Tarihi : Google News

Onlar, sonradan gelişen, geçmişte küçük bir kent olan Manisa’da doğup büyümüşlerdi. O zamanlar Manisa, büyükşehir statüsünde değildi; insanların genelde birbirini tanıdığı ve küçük şeylerden mutlu olduğu, hüzünlerini paylaşıp, dertlerini tasalarını bölüştükleri, sorunlarına ortaklaşa çözüm aradıkları, komşuluk ilişkilerinin sevgi ve saygı ölçeğinde sürdüğü, yemyeşil ve sımsıcak bir kentti.

Sinan, Necati ve Timur’un dostlukları, altmışlı-yetmişli yıllardan bu yana devam ediyordu. Komşu mahallelerdendiler. Aynı ilkokul, ortaokul ve lisede okumuşlardı. O yıllarda Manisa’da, mesleki ortaokul ve liseler haricinde; önceleri birleşik olup, sonradan ayrılan tek ortaokul ve tek lise vardı.

Onlar hep bir aradaydılar. Zaman zaman farklı sınıflarda okusalar da, beraber olur, sinema ve maçlara gider, sorunlarını birbirlerine aktarır, sevinçlerini paylaşırlardı. İlk ve son aşklarını da birlikte yaşamışlardı.

Sinan’ın Sevgi’yle, Necati’nin Nurcan’la, Timur’un Tülay’la arkadaşlıkları lise yıllarında başlamıştı.

Sevgi, Nurcan ve Tülay, daha alt sınıflardaydılar ve onlar da birbirleriyle iyi arkadaştılar.

Liseyi bitirince Ankara’da: Sinan, mimarlık; Necati, hukuk; Timur, tıp fakültelerine girmiş, zaman zaman aynı yurt ve evlerde kalmış; Sevgi, Nurcan ve Tülay, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünde yatılı okumuşlar; sık sık birlikte olmuş, arkadaşlıkları ve dostlukları giderek pekişmişti.

*           *          *

Altmışlı yılların sonları, yetmişli yılların başları çalkantı bir dönemdi. Ülkemizde kıyasıya sağ ve sol kavgası vardı. Yurdunu seven her öğrenci gibi onlar da Ülke sorunlarına duyarlılık gösteriyorlardı. Okullar, yurtlar ve evler sık sık basılıyor; öğrenciler fişleniyor; asılsız ihbarlarla gençler gözaltına alınıyor ve tutuklanıyordu. O furyadan Sinan da nasibini almıştı. Tutuklanmış ve hakkında dava açılmıştı. Aslına bakarsanız teröre bulaşmamış, demokratik haklarını kullanmaktan başka bir eylemi de olmamıştı. Esasen yumuşak mizaçlı, kimseye zarar vermeyen, sanatçı ruhlu bir insandı. İki seneden fazla tutuklu kalmış, sonunda beraat etse de, yaşamı alt üst olmuştu. Annesi üzüntüsünden vefat etmiş, babası hastalanmış, diğer arkadaşları okullarını bitirirken, o öğrenimini tamamlayamamıştı. Sıkıntılı günlerinde, arkadaşları yanında olmuş, ona destek vermişlerdi.

Cezaevinden çıktığında askerliklerini yapan Necati, avukatlığa; tıpta uzmanlık sınavını kazanan Timur, iç hastalıkları ihtisasına başlamış; mahrumiyet görevlerini tamamlayan Sevgi, Nurcan ve Tülay, Manisa’ya öğretmen olarak atanmışlardı. Nurcan, Necati ile; Tülay, Timur ile evlilik hazırlığı yapıyorlardı.

Sinan, bunalım içerisindeydi. Ne yapacağını bilmiyordu. En büyük destekçileri babası, lise öğretmeni olan ve Sevgi ile aynı okulda çalışan kız kardeşi Ayşe ve her zaman yanında olan arkadaşlarıydı. Necati ve Timur, Sinan’a, “Oğlum, biz senin cezaevinden çıkmanı bekledik. Bizim sağdıçlığımızı yapacaksın. Okulunu bitirince sen de evlenecek, biz de senin sağdıçlığını yapacağız, elini çabuk tut, yoksa Sevgi’yi kaçıracaksın!” diye takılıyorlardı.

Bir müddet sonra kısa aralıklarla önce Nurcan ile Necati, ardından da Tülay’la Timur evlenmişlerdi.

*           *          *

Bunalımlı günlerini atlatan ve kendisini toparlayan Sinan, zorlanarak da olsa, yetmişli yılların sonlarında tekrar patlayan anarşiden uzak kalarak gecikmeli okulunu bitirmiş, Manisa’da mimarlık bürosu açarak mesleğine başlamıştı. Hırslı biri değildi. Yaşamını sürdürecek kadar para kazanıyordu.

Ailesi ve arkadaşları, Sinan’ın Sevgi ile evlenmesini istiyor; Sevgi de onu bekliyordu. Her şey hazır gibiydi. Ancak kader yine ağlarını örüyordu. Sevgi ailesinden istenmiş, ‘evet’ denilecekken, 12 Eylül 1980 askeri darbesi olmuş, Sinan yine bir ihbar üzerine gözaltına alınmış, kendisinden bir müddet haber alınamamış ve sonunda tekrar tutuklanmıştı.

Sevgi’nin ailesi, “İki de bir cezaevine düşen birine biz kızımızı vermeyiz!” diyerek kararlarını bildirmiş, Sevgi de buna karşı koyamamış; bu arada Manisalı olup, İzmir’de müteahhitlik yapan bir inşaat mühendisi Sevgi’yi istetince aralarında söz kesilmiş, kısa bir süre sonra nişan ve nikah yapılarak evlilik gerçekleştirilmiş; bu gelişmeleri duyan ve çok üzülen Sinan, yıkılmıştı…

*           *          *

Bir yıl tutuklu kalan Sinan, üç yıl süren yargılama sonunda yine beraat etmiş; bu süreçte kahrolan babasını da kaybetmişti.

Yargılamalar sırasında her zamanki gibi ailesi ve arkadaşları Sinan’ın yanında olmuş, Necati avukatlığını üstlenmişti.

Sevgi’ye çok kızan arkadaşları, onunla ilişkilerini kesmişlerdi.

Sinan, iyice içine kapanmıştı. Kız kardeşi onunla yakından ilgileniyor, arkadaşları da onu yalnız bırakmamaya çalışıyor, evlenmesini istiyor, ona kız buluyor; Sinan ise, çok zaman sessiz kalıyor, çok üzerine gelirlerse kibarca reddediyordu.

*           *          *

Aradan üç yıl geçmişti. Kız kardeşi Ayşe bir gün, “Ağabey, Sevgi’yi gördüm. Bizim okula ziyarete geldi. Öğretmenler odasında karşılaştık. Benimle konuşup konuşmamakta tereddüt etti. Ben, ‘hoş geldin!’ deyince, ayak üstü konuştuk. Seni sordu? ‘İyi, siz nasılsınız?’ dedim. ‘İyiyim’ dedi. Bir oğlu varmış. Kendisini üzgün ve pişman gördüm!” deyince; Sinan, cevap vermemiş, kız kardeşi de üstelememişti.

İki yıl kadar sonra bir akşam üzeri Sinan’ın bürosuna gelen Necati, hoş beşten sonra sıkılarak, “Sinan, üç gün önce Sevgi büroma geldi. Eşiyle geçinemiyormuş. ‘Boşanma davası açmayı düşündüğünü, geçinemediklerini, eşinin boşanmak istemediğini, kendi ailesinin de boşanmaya karşı çıktığını,’ anlattı. Sana söyleyip söylememekte tereddüt ettim. Sonunda bilmenin iyi olacağını düşündüm…” diye konuşunca; önce cevap vermeyen Sinan, sonra lafı değiştirmiş; bunun üzerine Necati, “Haydi kalk, bir iki kadeh atalım!” diyerek havayı dağıtmış, birlikte meyhanaye gitmişlerdi. O akşam Necati ne kadar konuşmak istemişse; Sinan o kadar konuşmamayı yeğlemiş, sessiz kalarak dalıp dalıp gitmişti. Meyhaneden ayrıldıktan sonra yolunu uzatan Sinan, “Sevgi boşanıp gelse, ben ne yaparım? Benimle evlenmek isterse evlenir miyim?” diye kendine sorular sorarak düşünmüş, evine gelip yatınca uyuyamamış, geç vakitlere kadar dönüp durmuş, Sevgi’ye ne kadar kızarsa kızsın, kendi kendine sorduğu soruya, ‘hayır’ diyememişti.

Altı ay kadar eşinden ayrı yaşayan Sevgi, sonunda evine dönmüştü.

Sevgi, Sinan’ın aklından hiç çıkmıyordu. Acaba onu düşünüyor muydu? Bilmiyordu. Ancak düşünsün istiyordu. Kimseye bir şey soramıyor, sadece kız kardeşi zaman zaman Sevgi’den söz açıyor, “Manisa’ya geldiğinde görüştüklerini, davranışlarından mutlu olmadığını anladığını, ‘ağabeyin ne yapıyor?’ diye sorduğunu?” söylüyordu. Kardeşi bir keresinde de, “Sevgi’nin oğlundan sonra bir kızı olmuş, ikinci çocuğu olunca öğretmenlikten istifa etmiş, çalışmıyormuş! Maddi durumları iyiymiş! Oğlu, kolejde okuyormuş!” demişti.

*           *          *

Yıllar yılları kovalamıştı. Geçen yıllar içerisinde uzmanlıktan sonra kariyerine devam eden Timur, profesör olmuştu.

Bir gün kız kardeşi Sinan’a, “Sevgi’nin hasta olduğunu duyunca İzmir’e ziyaretine gittiğini, kanser tedavisi gördüğünü, Timur’un hastası olduğunu” söylemiş; Timur’a sorduğunda, “Sana üzülmeyesin diye söylememiştim. Bizim hastanede tedavi görüyor. Benim hastam. Akciğer kanseri. Dokularındaki hücreler kontrolsuz çoğalıyor. Yakından ilgileniyorum. Hastalığı çok ilerlemiş. Fazla bir ömrü yok. Sanki kendisi de yaşamak istemiyor gibi… Morali çok bozuk!” cevabını alınca, perişan olmuş, ne yapacağını bilememişti.

Telefon mu etseydi, ziyaretine mi gitseydi?

O değil miydi, telefonuna kaydettiği numarasından her gün Sevgi’nin WhatsApp’ına bakan, onun telefonuna koyduğu ve sık sık değiştirdiği fotoğrafları izleyen, son görülme saatini kontrol eden, geçmişteki günlerine ait fotoğrafları ve mektupları üzerinde taşıyan? Kararsızdı. Telefon açsa veya ziyaret etse, acaba nasıl karşılanırdı? Sevgi’yi zor durumda mı bırakırdı! Ne yapmalıydı, karar veremiyordu? Sevdiği insanı kaybediyordu, ancak elinden hiçbir şey gelmiyordu! Duyguları karma karışıktı. Aşkı, şefkate mi dönüşmüştü? Onu da bilemiyordu?

*           *          *

Gelen haberler, Sevgi’nin son günlerini yaşadığı şeklindeydi. İsteği üzerine İzmir’den Manisa’ya, baba evine getirilmişti. Ziyaretine giden kız kardeşi dönüşünde, “Ağabey, Sevgi seni görmek istiyor, gideceksin değil mi?” deyince; Sinan tereddütsüz, “Ayşe, gitmemek olur mu? Hemen gidelim!” demiş; Ayşe, “Gideceğini biliyordum. Arkadaşlarına haber verdim. Onlar da gelecekler.” cevabını vermişti.

O akşam arkadaşları gelince, birlikte Sevgi’nin ziyaretine gitmişlerdi. Gelenleri salona alıyorlardı; Sevgi, bir odada yatıyordu. Çok hâlsizdi, ancak kendisindeydi. Eşi ve çocukları yoktu. Yavaş da olsa konuşuyordu. Arkadaşlarının gelmesine çok sevinmişti.  Sorulan sorulara cevap veriyor, “İyiyim, iyiyim, merak etmeyin!” diyerek gülümsüyor, gelenlerin üzülmesini istemiyordu.

Bir ara Sevgi, Sinan’la baş başa kalmıştı. Zaten Sevgi’nin isteği de buydu. Arkadaşları ve ailesi de bunun farkındaydı. Oda boşalınca Sevgi, “Sinan, seni çok üzdüm değil mi? Affet beni. Hem kendimin, hem senin yaşamını mahvettim. Aileme karşı çıkamadım. Dirençli olmalıydım, ancak cesaret edemedim. Çok pişmanım!” demiş ve yaşaran gözlerini kaçırarak susmuştu. Sinan, ne söylemeliydi? Sözün bittiği yerdeydiler. Sevgi’nin ellerini tuttu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Bilmiyorum Sevgi, ikimiz de böyle olmasını istemedik. İstersen kader diyelim. Şunu bil; ben seni çok sevdim ve yalnız seni sevdim.” dedi ve sustu. İkisi de ağlıyor ve ellerini ayırmadan gözleriyle konuşuyorlardı. Sessizliği bozan, odaya gelen Timur oldu. “Haydi Sinan, biz daha İzmir’e gideceğiz, yolumuz var!” deyince kalkmışlardı. Sevgi çok mutluydu ve huzur içindeydi. Arkadaşlarını gülerek uğurlamış, onlarla barışmış; sözünü etmeseler de helalleşmişlerdi.

Herkes biliyordu ki, bu Sevgi’yi son görüşleriydi. Kalkınca hiç konuşmamış ve vedalaşıp ayrılmışlardı.

Ertesi gün Sevgi vefat etmiş; onun acısına dayanamayan Sinan da, üç ay sonra hayatını kaybetmişti.

———-+———-

Güzel Sözler

Tek kişilik miydi bu şehir? Sen gidince bomboş kaldı. Özdemir Asaf

Sevginin ölçüsü, ölçüsüz sevgidir. St.Augustine

Aşk, dünyanın en incelikli gücüdür. Mahatma Gandhi

Şefkat olmayınca, fazilet bir kelime olarak kalır. İsaac Newton

YORUM YAP