Yolda yürürken telefonda delikanlı açık açık küfür ediyor, sağında solunda adam var, kadın var, çocuk var umurunda değil..
Sinkaflı konuşuyor; ana-avrat düz gidiyor!
Bir de kulaklı telefonda konuşuyor, havaya mı söylüyor, kendi kendine mi konuşuyor, karşısındakini mi tehdit ediyor belli değil.
Yanlarından geçen kadın olsa, adamın genç kızı olsa, yan baksa, kime laf ettin, derse; ya da o an eşref saatine denk gelen bir aile babası veya sevgili, kalkıp ‘sen ne diyorsun ulan!’ diye çıkışsa, al başına belayı.
Son günlerde öğrencilerin berbat bir bel altı konuşması var ki, cinsellik reklama dönüşüyor…
Bunun adı serbestlik oluyor öyle mi?
Evet, sevgi aşk, eleele tutuşmak güzel şey, ama ‘pazarlama’ ayrı bir şey!
Bu konuda özensizlik, kusura bakılmasın siyasette de oluyor, en başta ‘ideolojik pazarlama’ yalanlarıyla insanları gerçek sorunlardan koparan bir yönetişim ahlakıyla toplum yozlaşıyor…
Hele bunu maneviyat adına yapanlar daha da vebal alıyor!
Bir arkadaşım anlattı, üç yaşındaki çocuğa ‘yalan söyleme’ diyen bir aile, kız televizyondakileri göstererek ‘Ama onlar yalan söylüyor’ demiyor muydunuz’, diye cevap vermiş; yani algıda yalan ‘normalleşmiş!’
Şunu unutmayalım ki Söz canlıdır; her bir söz bir insandır; bir insanın karakter özellikleri söz’de vardır; kaba olur, sevimli olur, çirkin olur. Sözün letafeti vardır. Söz ya ahlaklaşır ya da ahlaksızlaşır.
Söze değer vermek, kalkındırmak gerek…
Sözü duymak gerek.
Söz duyulduğunda canlı olur. Ya da şöyle diyelim, söz anlaşıldığında ‘canlı’ olur.
Bu canlılık, toplumsal bir iletişimde, iki kişinin konuşmasında; doğası gereği, ortak bir kavramı karşılamasıyla anlaşılır.
İşte dildeki yozlaşmadan bahsederken bu ‘ortak anlaşılması gereken kavramın’ işlevini yitirmesinden söz ediyoruz.
Ancak bu tehlikeye işaret etmeden önce söz’ün ortaya çıkmasındaki temel bir öğeye dikkat çekmek isterim…
Dil’de, Söz Yuvaları ve Ahenk Yasaları vardır.
Bu önce ‘ses’ tir…
Ses olmadan söz olmaz; ses dilin parçalanamayan en küçük parçasıdır. İşte biz bu ‘en küçük parça üzerinden ses köklerini inceleyerek o toplumun ‘kadim dilini’ yani tarihini, geçmişini, toplumsal değerlerini; kültürünü anlayabiliriz; karakter özelliklerini anlayabiliriz.
Bence dil’deki esas yozlaşma buradadır!
Konuşma ve Ses’in Tarihi
Türkçede dil gelişimimizden söz ederken, fonotiğimiz, sinonimlerimizle konuşma köklerini incelerken genellikle Hint-Avrupa dil ailesine bağlı olarak söz geleneklerine bakılır.
Bize göre Türkçe’ nin tarihi geleneğinde esas ele alınması gereken yöntem, Ural-Altay dil ailelerinin içindeki Türkçenin gelişimidir. (Daha sonra Anadolu kültürü gelir) Bu ilk önceleri ses yolu dediğimiz, gırtlak-ağız-burun organlarındaki ses kirişlerinden çıktı. İlk insan bu şekilde kaba konuştu, çünkü ilk insan kaba yaşadı, ses sonradan incelmeye başladı…
Şimdi bu konuda bazı örnekler vereceğim.
Mesela ‘o’ sesinde bir korku vardır…
İşte bu ‘o’ sesi, korkunun hayretle karşılık ilk şekillerini dile getiren bir gırtlak namesiyle ortaya çıktı. Yıldırım çaktı, fırtına oldu, ateş harladı, ‘o’ sesiyle tepki verdi… ‘O’ sesindeki korkuya karşı bir sığınak ihtiyacı çıktı, dam yaptı, çadır kurdu, ‘otağ’ oldu;
…oda oldu; oda sıcaklığını hissetti, ‘ocak’ oldu.
Mesela ‘Od’ ateş anlamındadır; sonra mecazlar eklendi, aşk ateşi oldu; edebiyat oldu…
Od, inceldi, ödü patlamak deyimine dönüştü.
Buna benzer şekilde…
Mesela, ‘a’ sesinde bir büyüklük vardır; ‘ata’ oldu, ‘ana’ oldu… Aş oldu.
Mesela ‘k’ harfi… ‘ka’ değil, ‘ke’ diye okunur. Göktürk alfabesinde ‘k’ yerine ok işareti kullanılmıştır;
‘y’ harfi ise yay işaretiyle simgelenmiştir…
Yay bir ‘menzili’ işaret eder; ‘y’ harfi Türklerde önemlidir, zamanı gösterir, yıl olur, yol olur; mecazlaşır, yel olur…
Bunları neden anlattık. Kelime imgelemleri veya dilimizin ortak kavramlarına ilişkin mecazları incelerken sözün ruhunu veya ‘söz yuvalarına’ ilişkin geleneği iyi bilmek gerek. Yani kelimelerin köklerine ilişkin tarihçesi iyi bilmek gerek.
Bu bir…
İkincisi bir dilin ‘Ahenk Kanunu’ vardır. Ahenk Kanunlarından söz etmeden önce neden bu konulara girdiğimi anlatacağım.
Amacım Türkçe’deki ses ve imge gücünün ne kadar önemli ve zengin olduğunu anlatmaktı.
Bu dil’in geçmişi 5 bin yıldan fazladır. Kök bilimsel ve ‘ses’ -fonotik olarak gerçekten büyük bir hazinenin üzerinden oturuyoruz.
Bugün İngilizceden söz ediliyor ya; bunun geçmişi (William Shakespeare dilinden, sanatsal olandan değil, söz iletişimi üzerinde duruyoruz.) yaygınlaşması 18. Yüzyıldan sonradır; sömürgecilik akımlarıyla bugünlere gelmiştir. Birçok dilin geçmişi zaten birkaç yüzyılla ifade edilebilir. Biz de bugünlere gelinceye kadar tabii ki birçok dilden etkilendik, değişikliklere uğradık ama Özbek, Kırgız, Kazak, Gagauz, Uygur, Tatar, Azeri diye ayrılan diller 8-10 bin yıl önce farklı değildi. Orta Asya’ da, Tanrı Dağları eteklerindeki dil, tüm bu kavimleri kapsayan ortak bir dil’di.
O yüzden ben diyorum, Hint-Avrupa dil ailesine göre değil, Ural-Altay dil gruplarına göre Türkçe köklerimizin incelenmesi ve kelime türetilmesi konusunda bir disiplin olmalıdır; bunun yanında elbette ki başka dillerden kelimeler aldık; dilde değişimler oldu ve bu normaldir. Ancak, ses ve kavram ortaklığına dair ‘imge’ gücünü hafife almayalım, işte dil kirlenmesi buna dikkat etmemektir.
Bununla sakın ola ki öztürkçe filan savunduğum sanılmasın, öztürkçe olarak 3 bin civarında kelime varken, Türkçemizde bugün 112 bine yakın kelime var; Ve tahmin edilenin aksine Türk diline giren kelime sayısı aslında fazla değildir. 15 bine yakın olduğu söyleniyor… Türkiye ve Türkçe, geçmişin bir imparatorluk dilini temsil ediyor, elbette diğer dillerden kelime alacak; öte yandan bizim de dillere verdiğimiz kelimeler var ki, bunun 20 binden fazla olduğu tespit edilmiş…
Mesela ‘limon’ kelime Yunancadır; ‘ekşi’ kelimesi ise en eski Türkçe kelimelerden biridir. Türkçeden mesela İngilizceye geçen kelimeler var, ‘kahve, Yörük, ayran, Han, Balkan, yoğurt, Musakka, Paşa, Köşk, Turkuvaz, Dolma,Kısmet, Baklava, Shawarma – Çevirme (kuzu). Sherbet – Şerbet
Janissary – Yeniçeri‘’ Kervansaray’ da böyledir. Şiş kebap; doner, -döner’-doodle-düdük;
Biz de yabancılardan kelime aldık; mesela Ural-Altay; -Orhun Yazıtları bile saf Türkçe değildir. Yani, kelime ödünçleme Türkçenin doğasında vardır. Aralarda Farsçadan, Moğolcadan ve Çinceden gelen ödünç kelimeler geçer.
Bu konuda Proto-Turkic dili genellikle Hint-Avrupa dillerine göre incelenmiştir;
O halde yabancı kelimeler değilse dil kirliliğinin temelindeki sorun, nedir?
Türkçeyi zengin bir dil yapan özelliklerden mastar eklerinden filan söz etmeden, özellikle anlam zenginliği üzerinde durmak isterim. Esas olan şudur, Türkçeyi kullanırken halkın tarih bilincinde dil fonotiğinin etkisi olduğunu da unutmayalım!
Bunun yanında ruh derinliğindeki imgelemleri özellikle vurgulamak isterim. İşte Dilin ahenk kanunu gibi kelimelerin de ‘Ahlak kanunu’ vardır.
Örneğin Türkçedeki ‘gönül’ sözcüğünün İngilizcede karşılığı yoktur; buna mesela ‘desire in heart’! Derler belki ama o da ‘kalpteki arzuluk’ anlamına gelir… Bunun gibi Hazan kelimesini güz yerine kullanmazsınız.
Bu kadar uzun ses fonotik üzerine neden durduk; amacımız dilimize sahip çıkarak devlet ve millet olmanın bir gereğinin, geleneklerimize ve kültürümüzü sahip olmanın temel unsurunu hatırlatmak istedik.
Lütfen Türkçe hassasiyetimizi okullarda, aile içinde, çarşı-pazarda, her yerde özen göstererek kullanalım…
Dil’deki ruhumuzu korumazsak ruhumuzu pazarlamamız içten bile değildir!
Osman Özbaş