Haber -İnceleme: Osman Özbaş
Yıllar öncesinde özellikle Çin ve Hindistan başta olmak üzere işgücü standartlarının insan haklarına uygunluk ve mal kalitelerinde doğaya zararlı girdi kullanımına ilişkin hassasiyet, gelişmiş ülkelerdeki tüketici sivil toplum örgütleri tarafından kamuoyunda tartışılıyordu.
Örneğin 2016 yılında, küresel sendikalarla birlikte dokuz insan hakları ve işçi hakları kuruluşu, hazır giyim ve ayakkabı tedarik zincirlerinde şeffaflığı artırmak için bir koalisyon kurdular. Koalisyon, kendi markalı etiket ürünleri olan 70’den fazla şirkete ulaştı ve onları tedarik zinciri ifşa uygulamalarını ‘Şeffaflık Taahhüdü’ standardıyla uyumlu hale getirmeye ve endüstri iyi uygulamalarını ilerletmeye çağırdı.
Nitekim bu süreç önceleri özellikle hazır giyim, kimya ve ayakkabı endüstrisindeki tedarik zincirlerine ilişkin şeffaflığı içeriyordu;
Pandemi süreciyle sosyal medyanın da etkisiyle işgücü istismarı ve zararlı atık konusunda sivil toplum kontrolleri daha da büyüdü.
Aynı hassasiyet sağlıklı gıda tüketimi ve uluslararası gıda ticaretinde de kendini göstermeye başladı. Örneğin soya, sığır eti, palmiye yağı ve kafein gibi malların nasıl üretildiğinin ‘bilinirlik’ ölçülerinin belirlenmesinde adımlar atılması gündemde.
Artık ekolojik dengenin önemi daha geniş kitlelerce paylaşılıyor
Ayrıca felsefi olarak da konformist yaşam tarzı ve ve statükocu düşünceler üzerinden tüketim toplumu eleştirileri, doğayla daha uyumlu bir üretim toplumu modellerini gündeme getirdi.
Nitekim ekolojik sürdürülebilirlik ve dijitalleşme politikalarının etkisiyle, ülkeler artık küresel ekonomide marka değerlerini ölçerken geri dönüşüm uygulamalarına da dikkat ediyor.
Örneğin İsveç hazır giyimde geri dönüşümlü materyal yerine kimyasal kullanımına 2021 yılından itibaren vergi getirmeye hazırlanıyor.
Almanya’da da yeni tedarik zinciri yasası gündemde. Taslağa göre şirketler ekolojiye zararlı girdi kontrollerini daha da arttıracak.
BM ‘de ekolojik dengenin korunmasında firmalara çağrıda bulunuyor
Küresel pazara ‘insan yüzü’ verecek ‘Paylaşılan değerler ve ilkelerden oluşan küresel bir anlaşma” fikri, 1999’da BM tarafından iş liderlerine yapılan bir konuşmada tanıtıldı. Burada paylaşılan değerle, insan hakları, emek, çevre ile ilgiliydi.
Tüm bu gelişmelerden firmaların marka değeri, küresel ticarete olan güven ve piyasaların gelişmesinde insan hakları ve ekolojik dengenin korunması hassasiyetinin de birer ölçü olarak etkileyici rol oynayacağı tartışılıyor.