27 Aralık ‘ta Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin simgesi İstiklal Marşı’nı yazan Mehmet Akif Ersoy Ölüm yıl dönümünde anıldı.
2018 Yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri kapsamında “Vefa Ödülü”ne layık görülen Mehmet Akif Ersoy, ömrünün son yıllarında Hükümet tarafından izlenen bir kişiydi. Raporlarda Mehmet Âkif’ ten ‘irticacı’ diye bahsedilmesine rağmen aynı dosyalarda memleket aleyhine ve zararlı faaliyetlerde bulunmadığı da söyleniyordu.
İşte bu takip raporlarından birini öğretmen Seyhan Çağlar Emen, format haber için paylaştı.
İçişleri Bakanlığı arşivine dayandırılan ve ’İstanbul Valiliğinin Dahiliye nezaretine gönderdiği 29/6/ 1936 tarihli şifreli raporu Gönderilen tarih 30/6/1936 sayısı: 9846 28/6/ 1936 ce Em. 7468 sayılı şifreye göre:
‘Şair mehmet Akif, kansere müptela olduğundan tedavi için İstanbul’a gelmiştir. Maçka’da İzmir Palas’ta oturan Abbas Hilmi Paşa ailesinden Prenses Emine’nin himaye ve yardımlarıyla 19/6/ 1936’da Teşvikiye Sağlık Evine yatırılmıştır. halen orada tedavi altındadır. Mısır’a dönemeyeceğini ve bundan böyle memlekette kalacağını ziyaretçilerine söyleyen buşahsın durumu tarassut altına aldırılmıştır. İstanbul’a gelişinde başka bir maksadı olup olmadığı da tahkik edilmektedir. Sonuç arz edilecektir.
VALİ Yardımcısı B. KARATABAN .
Seyhan Çağlar Emen konu ile ilgili yaptığı açıklamada, ‘’O tarihte İstanbul Valisi muhittin ÜSTÜNDAĞ olup ömrünü Türk Devletine ve Milletine adayan İstiklal Harsinde Atatürk’ün en yakın çalışma arkadaşı olan, Anadolu’yu gezerek halkı Kurtuluş Savaşına ve Atatürk’e destek olmaya çalışan İstiklal marşımızın yazarı milli şairi vatan haini gibi takip etmek ve ettirmek o valinin ayıbıdır. Bu bürokratlar, kraldan daha fazla kralcı oldular.’’ Diyor.
Aslında Mehmet Akif daha Kurtuluş Savaşı’ nda il il dolaşıp halkı Ankara Hükümetine dayanışma mesajı veren; ‘Eğer varsa Allah benim ömrümden alsın, Atatürk’e versin’ diyecek kadar Mustafa Kemal’ e ve Yeni Türkiye idealine hizmet eden bir kişiydi. Peki ne olmuştu da bu insan takip ediliyordu?
‘Mehmet Akif Ersoy’ un İslamcılığı asla yobazlık anlamında değildir.’
Konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Ege Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Hilal Ortaç şunları söyledi:
‘’Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte, Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyıllarından beri başlamış olan yenileşme hareketleri hız kazandı. Bunların başında da devletin laik temellere oturtulması geliyordu. Diyanet işleri kurumu ile, din işleri devletin kontrolü altına alındı. Diğer bir taraftan da dinin temel kaynakları olan Kuran ve hadislerin halkın anlayabilmesi düşüncesi ile Türkçeye çevrilmesi gündeme geldi. Kuran tefsiri yazılması ile Elmalılı Hamdi Yazır, Kuran meali için (tercümesi) Arapçaya son derece hakim olması ve aldığı sağlam dini eğitim nedeniyle Mehmet Akif uygun görüldü. Ancak Mehmet Akif, Kuran tercümesini bitirmesine rağmen teslim etmedi. Kanımca, kendisine verilen bu görevi yerine getirmemesi, kendisi ile devletin yollarının ayrıldığının işaretlerinden biridir. Bir görüşe göre mükemmelliyetçiliği nedeni ile eksiklikler gördü, bu nedenle aldığı parayı iade edip Mısır’da bulunduğu sürede eseri daha iyi tamamladı. Fakat, hastalığı nedeniyle Türkiye’ye dönerken, Ekmelleddin İslamoğlu’nun babası İhsan Efendi’ye teslim etti. Şayet ölürse, ortadan kaldırılması şartıyla.
Mehmet Akif’i değerlendirecek olursak, İslamcı düşünce yapısında olduğu gerçeği yadsınamaz. Fakat, İslamcılığı asla yobazlık anlamında değildir. Cemaleddin Afgani ve özellikle Muhammed Abduh’un ortaya attığı modernleşmeci bir İslam anlayışıdır.
Öte yandan, Akif, Abdülhamid döneminin istibdat anlayışına karşı çıkmış, İttihat ve Terakki saflarında yer almıştır. Ancak körü körüne bir bağlanış değildir bu. Cemiyetin politikalarında beğenmediği şeyleri onaylayacağı anlamına gelmemektedir.
Milli Mücadele döneminde de görevden kaçmamış yayınladığı Sebilürreşat dergisinde Milli Mücadeleye destek vermiş, mütareke döneminde camilerde verdiği vaazlarda da vatanın işgaline karşı çıkmıştır. Anadolu’ya geçerek Ankara’ya gelmiş Meclise Burdur milletvekili olarak katılmıştır. Cepheyi ziyaret ederek askere moral vermiştir.
Ancak Cumhuriyetten sonra yeni rejimin laik devlet ilkesini benimsemesi ve kendisinin İslamcı düşüncede olması yolların ayrılmasına neden olmuştur. Gözden düşmesi, devlet tarafından takip ettirilmesi, geçim sıkıntısı gibi nedenlerle Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine Mısır’a gitti ve ancak hastalığı nedeniyle 1936 yılında Türkiye’ye döndü. Abbas Halim Paşa’nın kızı Emine hanım tarafından Teşvikiye (Nişantaşı) Sağlık Yurduna kaldırıldı burada hastalığına önce kanser sonra siroz teşhisi konuldu. Hastaneden çıktıktan sonra Emine hanım tarafından Mısır apartmanında konuk edildi.
Ölümünde cenazesi üniversiteli gençler tarafından kaldırıldı devlet erkanından katılan olmadı.’’