2024 Paris Olimpiyatlarında önce 48, sonra 54, son sonuçlarda 64. sıralamaya gerileyen Türkiye’ nin spor zihniyetini eleştireceğiz.
Ama öncelikle tüm imkansızlıklara rağmen Türkiye’ yi en iyi şekilde temsil etme çabası gösteren tüm sporcularımıza can-ı gönülden teşekkürlerimizi sunmak isterim.
Bu yazı, Olimpiyat rekabetine hazırlanamayan ülkemizin yönetim ve zihniyet dünyamıza bir eleştiridir.
80 Milyonu geçen bir ülkede, dünyanın en kalabalık 18. ülkesinde, üstelik genç nüfusumuz da çok olduğu memleketimizde daha bir altın madalya bile alamadık ve bu 1984 Los Angeles Olimpiyatlarından bu yana ilk kez oluyor.
Olimpiyat oyunlarında 64. Sıradayız! 101 sporcu ile gitmiştik. 3 gümüş ve 5 bronz ile kazandığımız madalya sayısı toplamda 8 oldu.
Olimpiyat sıralamasında yer aldığımız durum bir ‘rezalettir!’ Bunun adını koyalım.
Ama artık günümüzde ‘rezalet’ tanımı bile değişti.
Yat-kalk futbol futbol da bile ülke sıralamamız gerilerde; ama belediye-siyaset ilişkileri arasına sıkışan, kara para ve hatta vergi dahil birçok usulsüzlük iddialarıyla gündeme gelen futbol takımlarında başkanlar bir de mafyavari rajonla gürlemiyorlar mı, traji- komik..
Futbol işin sansasyonel kısmı; bir de dünya klasmanlarımızda basın özgürlüğü, adalet kalitesi, eğitim düzeyi, üniversite başarısına kadar nerelerde olduğumuza bir bakın.
Rusya ve Çin’de basın özgürlüğü mü var derseniz, biz de o ülkeler gibi mi yönetilmek isterseniz diye sorarız ya da Araplar gibi mi olalım!..
Sportif rekabetin bir terbiyesi vardır; olimpiyatlarda en yüksek değerine ulaşan insanlığın fiziki gelişimine bir anlam katar.
Daha hızlı koşacaksın, ciriti- gülleyi daha uzağa fırlatacaksın. Daha uzun atlayacaksın. Daha iyi yüzeceksin. Sırıkla daha yükseğe çıkacaksın…
Yani Olimpiyatların tarihi bir perspektifi var.
Peki bu hırsın tarihi anlamı nedir?… Bunun anlamını Atina’da bulunan Olimpyos Tanrılarının kutsallığının devamını sağlanmasıdır.
Olimpiyat Hikayesinin Başlangıcı
Olimpiyat Oyunlarının temeli, güçlü savaşçı örneklerinin ödüllendirilmesi ile yarışmalardaki seyir zevkinin halka eğlenceli saatler geçirmesi üzerine kuruludur.
Hikâye M.Ö üçüncü bin yılda başlar; Manisa’da Tantalis kentinin yok oluşundan bir süre öncesinde Batı Anadoluyu terk eden bir adam, Anadolu’dan götürdüğü kült-medeniyet unsurları; danslar ve özelikle Pagan-çok tanrıcı öğretiyle bir yeni medeniyetin kurucu ismini almıştır; adı Peolps’ tur!..
Sadece bu tarihsel vak’a bile Batı medeniyetin ilk tomurcuklarının Batı Anadolu’dan çıktığını göstermeye yeter!..
Batı’ da Pelops ve Olimpiyatlar ile medeniyet tarihi başlar.
İlk aldatmaca buradadır; olimpiyatların düzenleyen kişi Anadolu’dan giden biridir ve buradan birçok kültürel zenginlikle birlikte olimpiyat fikrini geliştirirken Eski Yunan, Hellenistik dönemin yüksek bir medeniyet çağından söz eder.
Oysa o dönem Yunanistan’ı hiç de yüksek bir medeniyet değildir; çünkü bunun olabilmesi için o ülkenin kültürel ve ekonomik birikimine ilişkin çocukluk-gençlik çağı olmalıdır ama yoktur!
Örneğin, daha Helenler Anadolu’ya gelmeden önce İyonya olarak tarif edilen bölgede Karia Medeniyeti vardı ve varlığı daha da erken dönemlere kayıtlıydı; hatta aynı şekilde Yortan Uygarlığı da sayılabilir, bu da Hitit ve Truva Medeniyetlerinin ara dönemlerinden birinde karşımıza çıkıyor. O dönemde Mısır’a uzanan Akdeniz Medeniyetleri vardı; Nil Deltasının kuzey kısımlarında bu bölgelerden gidenlerle devletçiklerin bile kurulduğunu biliyoruz. Sonra Lykialılar var; ilginçtir Lykia’ nın başkenti Sardes’ de Syplos Dağı’ nda ve Hermos (Gediz) kayağının denize uzanan bölümünde Hitit anıtları bulunur…
Bu bilgi neden önemli; çünkü İyon ve Batı medeniyetinin kültür temellerinin Asya’ya doğru uzandığını gösterir; yani Eski Yunan-Grek’e değil!!!..
Bu bir zihniyet dünyası işidir ve elbette arkeoloji dahil bilimle tarih analizine ihtiyaç duyar.
Spor ve medeniyet perspektifimiz
Tarih bilgilerinizi güncele taşırken kültürel dayanaklarımızı iyi süzebilmeliyiz ki medeniyete daha büyük katkı sunabilecek bilinç düzeyini arttırmaya çabamız olsun; spor da bunun bir parçasıdır.
Fakat bizim kültürel kodlarımızda olimpiyat başarısızlıklarımızdaki ilk fikri eksikliğin bu olduğunu düşünüyoruz.
Buna iki örnek vereyim.
Maraton; geçmişi M.Ö 490 Yılına dayanır. Persler Atina yakınlarına kadar gelmiştir; burada büyük bir savaş olur. İşte Yunanlıların mücadele ile ilgili bilgileri ‘Merkez’ e ulaştırılmasında ulakları kullanmasıyla Maraton spor yarışmalarına girmiştir… Olimpiyatlarda koşuculuk yeteneği ve dayanıklılık karışımını bir güçten ilhamını alan bu branşın geçmişi o yıllar dayanır.
Ama sorun bakalım Perslerin Atina önlerine getiren sebep neydi?
Ege’de İyonia denilen bölgede, Batı Anadolu Uygarlıklarının Kral Yolu Pers devletine uzanıyordu. Eski Yunan bu bölgeyi istilâ etmeye kalkınca Persler de Anadolu içlerine ve Ege’ ye güç göndermişlerdir.
Görüyorsunuz, Batı Anadolu’ nun antik şehir-devletleri Yunanlı olsaydı zaten Atina burayı istilâ etmeye kalkmazdı.
Tarihi incelerken yalnız sporu değil, medeniyet fikrinin gelişimini de takip edersiniz.
Tribüne Oynamak
Diğer bir neden sporun özü ile ilgilidir; sporcular rekabeti yaşarken ilkesel anlamda daha çok kendini aşmak, insanlığın fiziki başarı sınırını daha da ileriye taşımak hedefini güder.
Ama sporu genel olarak futbol olarak gördüğümüz günümüz Türkiyesinde ‘başarının’ çıtası belli,
‘Tribüne oynamak!’
Bunun da kolayını bulmuşuz: Sportif altyapı konusundaki yetersizliğimiz belli olmasın diye süper madalya primleri veriyoruz. Hem para öyle-böyle değil; altın madalya sahibi sporculara 1000 Cumhuriyet altını, gümüş madalya alanlara 600 Cumhuriyet altını, bronz alanlara da 300 Cumhuriyet altını veriliyor.
Yani altın madalya alan yaklaşık 530 bin dolar alıyor.
Büyük Britanya gibi bazı ülkeler hiç para ödülü vermiyor.
Peki Fransa altın madalya getirene kaç para veriyor, 80 bin dolar;
Faslı sporcular 200 bin dolar.
ABD ise 37 bin dolar ödül veriyor
Peki Amerika Birleşik Devletleri sporcusunu niye aç (!) bırakıyor, üstüne üstlük bu sporcular yine de madalya için koşturuyorlar, deli mi bunlar?
Elbette çok akıllı bir sistem kurmuşlar, Sponsorlar var. Bu nedenle başarının karşılığını Devlet’ten bekleme durumunda değiller…
İyi bir altyapı kurmuşlar; yarışma seçmelerine gelinceye kadar iyi bir spor eğitiminden geçiyor; atletizm, tenis veya yüzme gibi hangi spor dalına eğilimliyse onları önce iyi bir rehberlikle yönlendiriyorlar.
Antreman yapacakları tesisler hazır. Beslenme ve sosyal hayatlarına ilişkin gelir standartları destekleniyor.
Özellikle sponsor anlaşmaları önemli… Ki bu anlaşmalar üniversitelerle de yapılıyor. Böylece
hem eğitim kurumunun kalitesi hem de sportif ruhu destekleniyor; bu sayede üniversiteler önemli fonlara sahip oluyorlar.
Her şey Devletin gözetimi altında, hatta Devlet’ de teşvikler getirerek hem işadamını hem üniversiteyi kolluyor. O zaman çalışma imkânları da rahatlıyor: Sporcu musun al sana alt-yapı; geri dönüşüm bedelini emeğinle, bilimle, aklında, sporla bana ver, diyor o zaman. –Ama bu başarıyı senden isterim, diyor-
Peki Türkiye ne diyor;
Neredeyse her şehre bir üniversite açtığımız günümüz Türkiyesinde eğitim başarımızın dünya sıralamasına bakıp söyleyin…
Tribüne oynamayın!
Osman Özbaş