Pandemi sürecinde devletçi uygulamaların artması acaba küreselleşmenin sonu mu geldi, tartışmalarını gündeme getirdi. Bu konu son yıllarda kapitalizmin büyük borç krizlerinde devlet müdahalelerine duyulan ihtiyaçla ele alınırken, ardından sosyal harcamaların daha da arttığı bir dönemde kendini iyiden iyiye hissettirdi.
Özellikle ABD ‘de türev piyasalarda 2009’de olduğu gibi 2021’de de derin borç krizlerinde devlet yardımlarının daha çok yaşanması bir tesadüf müydü?..
O süreci hatırlayalım; 2007-2008 finansal krizi öncesinde düşük faiz yükselen ev fiyatları, ödeme kapasitesinin altında kalan kişilere verilen kredilerde şişkinlik, kısaca finansal balon vardı… Sonrasında FED faizleri artırdı, değişken faizle kullandırılan konut kredilerinin geri ödenmesinde büyük problemler çıktı. İflaslar arttı ve hükümet destek programları açıkladı.
Pandemi döneminde ise, para arzını arttırarak ekonomik döngüyü ve derinliği sağlayacak olan Keynesyen politikalardaki ’çarpan’ etkisinin hanehalkı gelirine katkıda bulunması amaçlanan politikalar güdüldü; ancak gelir artmadı… Yalnız ABD’ de değil dünyanın genelinde orta sınıfın geliri düştü.
Böylelikle hem ülke içinde gelir farklarının büyüdüğü, hem de ülkeler arası gelişmişlik farklarının arttığı; hatta dünya sağlık istatistikleri açısından bakıldığında bazı bölgelerde sağlıkta önleyici ve iyileştirici hizmetlere erişim imkanları arasındaki uçurumların derinleştiği bir dönem yaşandı.
Bu süreçte ABD’ de ilk on dilimdeki zenginler diğerlerine göre, ilk beş dilimdeki ultra-zenginlerin ise hepsine göre çok yüksek bir gelir artışı yaşandı…
Bunu serbest piyasa düzeni içinde, hatta liberal bir ekonomi için normal görebilirsiniz; ‘ölen ölür-kalan sağlar bizimdir’ der geçersiniz…Tabii buradaki ‘Küreselleşme’, ekonomik açıdan mal-hizmet dolaşımlarının tam rekabetçi, işgücü piyasası serbest ve devletin ekonomiden elini çektiği bir düzen olarak anlaşılıyor ki böyle de olması gerekiyor.
Fakat pandemi döneminde, hatta öncesinde 2008′ de bile bu sefer hükümetlerin korumacı önlemleri yükselişe geçti; kamunun ağırlığı daha da arttı. O süreçte merkez bankaları para musluklarını açtı; özel şirketlerin ve daha doğrusu finans-kapitalin yardımına emisyon matbaası koştu, iflaslar yasaklandı, işsizlik maaşı ödemeleri arttı, kamu harcamalarının büyüdüğü bir gerçeklikle karşı karşıya kaldık.
Nitekim şirketler de daha çok devlet desteğine ihtiyaç duyuyorlardı.
Demek ki, özellikle pandemi dolayısıyla açıkça belli oldu ki, devlet desteği olmadan özel sektörün piyasanın ağır borç sirkülasyonuna karşı koyması mümkün değil.
Oysa daha önceleri bu tür kriz olguları liberal teori içinde iflaslarla açıklanmaya çalışılırdı. Piyasa boşluk kaldırmayacağı için fiyat avantajları ve risk iştahı nedeniyle yeni iktisadi aktörler sistemin devamını sağlayacak ve verimlilik artacaktı.
O zaman ya şirketlerin iflaslarına izin vereceksiniz, -Kapitalizm zaten böyle bir ‘ayıklanma’ üzerinde durur; ama iflas ettirilmiyor çünkü hem borç girdabı büyük, hem de şirketler giderek tekelleşiyor.-
Ya da özel harcamalardaki yetersizlikleri kamu sektörünü büyüterek sağlayacaksınız.
Bu da liberalizme ters!
Bu dönemlerde uygulanan genişlemeci para politikası da büyüme konusunda bekleneni veremedi. Hatta para arzı daha çok büyük sermayenin ‘borç’ açıklarının kapatılmasında kullanılmasıyla ve ülkelerin ‘orta sınıf’ kesiminin zayıflaması beraberinde gitti; işin kötüsü mali önlemler de giderek bekleneni veremiyordu.
Bu çelişki nedeniyle özellikle koronavirüs’ün global ekonomilere etkisi ve dünyadaki sağlık sistemi özelinde kamu politikalarındaki uygulamalar ‘Küreselleşmecilik çöktü mü?’ tartışmalarını gündeme getirdi.
Post-modernizm ve küreselleşme süreçlerinde yaşanılan son durum, Entellektüel çevrelerde ‘Yeni dünyayı artık siyasi hükümetler değil, ticari hükümetler mi yönetecek?’ sorularına yol açtı.
Buna göre yeni piyasa modellemesinde küreselleşmenin yeni evresi olarak ‘devletçilik’ yer alacak.
Bunun başlıca iki nedeni var.
1-Büyük şirketler o kadar devleşti ki , yani İflas edecek şirketlerin büyüklüğü o kadar ekonomik hacim kaplıyor ki hem işgücü hem de bağlı sektörlerin tahribatını tamir edecek, yani yerine geçecek piyasa payı ve bütçe kaynağının (vergi dahil) telafi edilmesi zor.
2-Şirketler gibi insanların refah şartlarına ilişkin devletin sosyal transfer harcamalarına muhtaç kalabileceklerini görmeleri kamuya bakışı değişirdi.
Bu aşamada temel olgu şu: Ticari Şirket-Devlet ilişkileri üzerine hem kamu hem özel hukuk kurallarının yeni konseptlerle geliştirilmesi beklenebilir;
Soru ise şu: Devletler, şirketler aracılığıyla küreselleşme süreçlerinde piyasada etkinleşirken ticari- devletçi sermaye yeni dünya düzenini şekillendirmede nasıl bir rol oynayacak?
Bu tartışmaların geleceği şekillendirecek önemli fikirler içerdiğini düşünüyorum.
Bir:
Ticari kimlikle ve şirketlerle içiçe bir yönetim üzerinden, sosyal kuralların demokratik işlerliği ile kamu rejimi nasıl olacak?
İki:
Sivil Toplum inisiyatifinin direnişi, insanların biraradalığına ilişkin değerler sistemi yönetim ilişkilerini nasıl biçimlendirecek?
Osman Özbaş