Deprem salladı, yıktı, yaktı ve artçılarla, ufak ufak kıpırdanmalarla belki de bir yenisine hazırlık yaparak şimdilik gündemimizde biraz daha gerilemiş görünüyor.
Titretti!
Geride yüz küsur ölü ve yaralı bırakmasına rağmen, milyonları ise şöyle bir titretti.
Herkes bildiklerini, hesaplarını şöyle bir gözden geçirdi.
Otuz beş yıl kamu hizmetinde bulunan biri için bizim bütün bildiklerimizin kamu menfaatinden ibaret olması da bu yüzden şaşırtıcı gelmesin.
Gerçi Maliye teşkilatında görev yapmadım.
Son dönemlerde kamuda sanki öyle bir algı oluşturuldu ki sanki bütün kurumlar hep kamunun çökertilmesi, zarar etmesi üzerine çalışırlarken bir tek Maliye teşkilatı ortada aslanlar gibi mücadele vererek kamu menfaatini gözetme derdinde.
Kurumlardaki liyakatsiz, iş bilmez atamaları, siyasilere yaranma çabalarını falan görerek bu makamlara gelen kişilerin de bazen bütün bunların etkisiyle hata yapmaları, şartname ve kamu adına talep düzenlerlerken bunlardan etkilenmeleri elbette tecrübeyle sabittir. Bundan dolayı da Maliyenin, yıllara sari misyonu gereği bu tür yanlışlara projeksiyon tutması ve ‘dur’ demesinin de hakkını teslim etmemiz gerekiyor.
Kadim devlet geleneğimizde, Defterdarlık makamının kamuya ait taşınır ve taşınmazlar üzerindeki otoritesini görmemek, onun birikimlerini yok saymak ancak abesle iştigal edenlerin işidir.
Yalnız bizim toplumumuz da bilgi toplumundan ziyade akıl toplumu olmanın özelliklerini taşımaktadır. Bilgiyi kullanmayı, elde etmeyi biraz zahmetli buluruz ve aklımızı kullanmayı tercih ederiz sıklıkla. Hangi sonuca odaklanmışsak onu hedef kabul eder, ona giden bütün yolları mübah görürüz.
Üstelik bunu daha kitabına uygun yapanlarımız da hep okumuş, yazmış insanımızdır. Diğerleri züccaciye dükkânına giren fil gibi yüzüne gözüne bulaştırır.
Kamunun alım şekli de verim şekli de ihale usulüdür ve bunlar da 4734 ve 2886 sayılı yasalar kapsamında gerçekleşir. Bu yasalar kapsamında yapılan bütün işlemler ise şeffaftır ve kamu denetimine, idari ve adli denetimlere de açıktır.
Kamunun bir de araştırma, geliştirmeler için ayırdığı önemli kaynaklar vardır ki bunlar hakkında denetimi bırakın, söz söylemeye bile kimseler çıkıp cüret bile edemez!
Çünkü adı üstünde!
Araştırma, geliştirme denince bu kaynaklara ancak bilimle uğraşan, etiketi güçlü, kartvizitleri dolu kişiler yaklaşır ve bunlar kullanır ancak.
Maliye’nin, Sayıştay’ın denetim elemanları bile lütfen yaklaşabilirler yanlarına ve sorularını da azami titizlikle seçerler.
Kısmet oldu, memuriyet hizmetimin son yıllarında ülkemizin en büyük üniversitelerinden birinde, mali bir birimin başında görev yapmak nasip oldu.
Büyük üniversite demek, büyük projeler yapan, çok sayıda bilimsel araştırmaya imza atan, birçok bilim insanına önemli kaynaklar ayıran üniversite demekti.
Keşke uygulamada da öyle olsaydı!
Üniversitelere sonra girelim ayrı bir başlıkla ve uzun uzun.
Biz gelelim depreme.
Ne güzel; bir sürü insan, kuruluş hepsi yardım için, arama – kurtarma için hep oradalar. Ekrandan bile izlerken duygulanıyoruz onları. Bir sürü kartviziti dolu, kurum, kuruluş, insanı oralarda görmek elbette sevindiriyor insanı da ama gerçekten attıkları taş, ürküttükleri kurbağaya değiyor mu?
O yardım kuruluşlarının içinde yurt içi ve yurt dışında kurulan bir sürü dernek, vakıf vesaire de var. Bunların, buralarda yaptıkları harcamaların kaynağını neler oluşturuyor, ne karşılığı yapıyorlar bunları diye sorgulayan sağlıklı mekanizmalarımız var mı?
Kamu görevlisinin yaptığı üç kuruşluk harcamayı bile yıllarca sorgulayan mekanizma aynı hassasiyeti burada niye gösteremiyor?
Ne topladılar, nasıl topladılar, ne kadarını dağıtıp ne kadarını ayırdılar, masrafları ne oldu diye soruluyor mu dersiniz?
Yine bir sürü uluslararası kuruluş var ki deprem başlığı altında deprem bölgesinde veya deprem kuşağındaki ülkemizin dört bir tarafında yer altında, belirli noktalarda, denizlerimizde belirli çalışmalar yapıp belirli cihazlar ile belirli projeler yapmaktalar.
Ne kadar denetime açıklar ve ne kadar sağlıklı bir şekilde tarafımızdan denetleniyorlar?
Elde ettikleri bilgileri kimlerle, ne karşılığı paylaşıyorlar?
Samimi bir şekilde, felaket bölgesine, mağdura uzatılan her kuruş emeğe saygımız sonsuz ama bir de sapla samanı ayırıp, felaketi istismar ederek yarınlarımızda gırtlağımıza uzanan elleri ayırt edebilecek güçlü denetim yapılarımız var mı?
Güçlü bir devletin varlığı, bütün bu sorulara verilecek ‘evet’ cevabıyla doğrudan ilgilidir.
Yoksa her depremde titrememizin, bir hastalık belirtisinden öte anlam taşımayacağı ve bizi kendimize döndürmeyeceği açıktır.
Proje demek, araştırma, geliştirme, bilimsel çalışma demektir.
Sonuna kadar eyvallah ama ya bir de bizi güçsüzleştirme, yok etme, bölme, maddi manevi dinamiklerimizi, kazanımlarımızı yok etme, bizi ve ülkemizi kobay olarak kullanma projeleri?
Proje, proje ama ne projesi?
Erdal ÇİL
cerdal48@gmail.com