Rodos’u ve oniki adayı kelime olarak pek çoğumuzun duyduğunu düşünüyorum.
Duymasına duymuşsunuzdur da bu adaların nereler olduğunu, oraların elimizden nasıl gittiğini, oralarda halen soydaşlarımızın yaşayıp yaşamadığını, yaşıyorlarsa neler yaptıkları konusunda söz söylemeye kalksak ezberlediğimiz üç-beş cümlenin dışına çıkamayacağımızı düşünüyorum.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Ahmet Kutsi Tecer tarafından yazılan bir şiiri hatırlamayanımız yoktur.
“Orda bir ses var, uzakta
O ses bizim sesimizdir.
Duymasak da, tınmasak da
O ses bizim sesimizdir.”
Yoğun bir savaş döneminin ardından Ortadoğu’da kartlar yeniden dağılmış, sınırlar yeniden belirlenmiş ve üç kıtaya yayılan topraklar sonrası Anadolu Coğrafyasına razı edilmiş yeni Türk Devleti için artık dün, dünde kalmıştı ve yeni şeyler söylemek lazımdı. Yorgun milletin çocuklarına yeni ülküler konarken, birbirinden koparılan o büyük coğrafyanın insanlarına artık yeni şeyler söyleyerek teselli edebilirdik. Sınırlarımız içinde ve dışında kalmış bir yerlere hiç gitmesek de, hiç görmesek de, seslerini hiç tınmasak da bizimdi o yerler.
Tamamen Anadolu’ya kapatılan Cumhuriyetin ilk kadroları ve yetiştirdikleri kadrolar bu yüzden dış temaslarda epey zorlandılar o yıllarda. Saraybosna’dan, Kosova’dan getirilen sancakları bile teslim almakta zorlandıkları gibi, selamlarını dahi almaktan imtina ettiler. Resepsiyonlarda karşılaştıkları ismi Hasan, Hüseyin, Mehmet olan o ülkelerin diplomatları, bürokrat ve siyasetçileriyle karşılaştıklarında, “Aaa…Siz de mi Türk’sünüz? Rus, Kırgız, Azeri değil misiniz” cümleleriyle hayretlerini dile getirdiler.
İşte o kadroların yönettiği kurumlara rağmen, gönül bağlarını hiç koparmayan, gördükleri zulme, vahşete, türlü asimilasyonlara rağmen kimliklerinden taviz vermeyenler de vardı bu coğrafyalarda. İşte onlardan sadece birileriydi Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı ve Rodos İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği üyeleri.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile Türk Tarih Kurumu ve Rodos İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin Muğla Üniversitesi’nde düzenledikleri Rodos ve Onikiada’da Türk Varlığının 500. Yılı Sempozyumu dolayısıyla yakından tanıma fırsatı bulduk onları. Tanık oldukları onca haksızlıklara rağmen yaşadıklarını, yapmak istediklerini o kadar güzel ifade ediyorlar, karşısındakilere o kadar dolu, o kadar net mesajlar veriyorlardı ki heyecanlarına, enerjilerine hayran olmamak mümkün değildi.
Sempozyum dolayısıyla görme şansına sahip olduğum diğer bir isim de Türk Tarih Kurumu Başkanı Sayın Prof. Dr. Birol ÇETİN’ di. İşine, kurumuna olan hakimiyeti, vizyon, heyecan ve duyarlılığına çok yakından tanık olmak doğrusu çok güzeldi.
Kendimizi âlim görüp, ne de çok cahilmişiz dedirten türden oturumlara katıldık sempozyumun ilk gününde. Bunları ve özellikle de Menteşe ve yakın adalara dair, Rodos’a dair aldığım notları da başka yazılarda Allah kısmet ederse sizlerle paylaşacağım da ancak bunlardan önce sempozyumun ilk gününe, açılışına dair gözlemlerimi de paylaşmak istiyorum.
Bir üniversiteye belki onlarca yılda bir nasip olabilir türden, geniş katılımlı bir etkinlikti bu sempozyum ve üniversitenin konumlandığı coğrafya ile de çok yakından ilgiliydi. Sınırlarımız içinde, dışında yaklaşık yüzyıllık bir acımızın dile getirileceği, çok yakınlarımızdan bilgiler öğrenebileceğimiz, öğrencilerimize, hemşerilerimize, idari akademik bütün personelimize pek çok değerli bilgiler sunabilecek böyle bir toplantıya Türk Tarih Kurumu bizzat başkanı ile katılım sağlamış, gerekli özeni göstermiş ve yurdun dört bir yanından birbirinden değerli hocaları çağırarak bir araya getirmişti de üniversitemizden ne yazık aynı duyarlılık gelmemişti.
Sanıyorum rektör hocanın çok daha önemli bir toplantısı, çok daha uluslararası bir etkinliği vardır da katılamamıştır ve ilerleyen günlerde inşallah kamuoyuna bir açıklaması olur da öğreniriz. Hadi o katılamadı ama bir yardımcısının da bulunmayışının izahı nedir gerçekten merak ediyorum.
Bölgenin en güçlü, en zengin tarih bölümüne sahip üniversitelerinden birine sahip Muğla Üniversitesi’nin üstelik tarihçi bir rektörü olan üniversitemizin böylesine milli tarih konulu bir etkinliğe gösterdiği ilgi gerçekten düşündürücü ve izaha muhtaçtır.
Şehrin en prestijli AKM salonunu tahsis etmekle destek anlamında kendini yeterli görme gibi bir yanılgıya sahipse de koca salonun sadece beşte biri oranında dolu olmasının eksikliğini de kim nasıl izah edecek gerçekten merak ediyorum.
Bir tarih öğrencisi, araştırma görevlisi için bulunmaz bir fırsat olan böyle etkinlikler, onlarca kitap okumaktan çok daha önemli bilgiler verir, kitaba soramadığınız soruları bizzat yazanına, uzmanına sorma şansı verirken bu yolda ilerleme hedefinde olanlar niçin bu imkânlardan yararlanmak istemezler anlayabilmiş değilim.
Bu yıl Rodos’un fethinin 500. yılıydı ve şehrin duyarsızlığına ve bu yılı heder ettiğine üzülerek işaret etmiş, gözlemlemiştik. Ancak ülkemizin tarih alanında en güçlü, en etkin iki kurumunun bizzat başkan seviyesinde katılım sağladığı böyle bir etkinlikte, üstelik üniversitede bu denli garip bırakılması çok garip, çok ayıp!
Devam edeceğiz… Erdal ÇİL cerdal48@gmail.com