1939- 1945 yılları arasında devam eden 2. Dünya Savaşında Batılı kaynaklara göre 60- 80 milyon kişi hayatını kaybetmiştir. Savaşa katılan sömürgeci devletler ağır silah imal etme imkanlarına sahip idiler, 2. Dünya Savaşı Ansiklopedisinde yayınlanan rakamlar korkunç boyuttadır. Ülkemizin durumları ise şöyledir, 27 Aralık 1939 günü meydana gelen Erzincan depreminde 40 bin vatandaşımızı kaybettik, Erzincan ilimiz tamamen haritadan silinmiştir. 1940 yılında yapılan nüfus Sayımında toplam nüfusumuz 17. 820. 950 kişiden ibarettir, nüfusumuz % 50’sini erkekler oluşturmaktadır, her yaştan toplam erkek nüfusumuz 8. 898. 912 kişidir.
Kişi Başına Düşen Milli Gelirimiz 100 A.B.D Dolarından 78 A.B.D. Dolarına düşmüştür. İthalat ve ihracat sınırlarımızın kapalı ve savaşın sınırlarımızda devam etmesi dolayısıyla zorlukla yapılabilmektedir, üretim düşmüş, gençler silah altına alınınca köylerde üretim yapacak genç erkek kalmamıştır. İmalat gerilemiş, tarımsal üretim % 50 oranında azalmış, mal darlığı ortaya çıkmış, karaborsacılık artmıştır. Görevli hükümet ise 1940 yılında MİLLİ KORUNMA KANUNU ile zengin azınlıklardan daha fazla vergi almak için VARLIK VERGİSİ KANUNU çıkarmak zorunda kalmıştır. Ekmek bile karneye bağlanmıştır, milletimiz ekmeksiz kalmış ama babasız kalmamıştır.
Alman panzerleri Yunanistan sınırına yaklaşmış, Almanya, Rusya, İngiltere, Fransa v e A.B.D. kendi saflarında savaşa katılmamız için devletimize siyası baskılar yapmaktadırlar. Yaklaşan tehlikelere karşı 1.5 milyon asker çağındaki gençler silah altına alınmış, Trakya Bölgesinde Çakmak Hattı oluşturulmuştur, askerlerimizin barınacakları bina yoktur, çadırda kalmaktadırlar, Sıdıka Halamın oğlu rahmetli Muhittin TÜRKEKÖLE ağabeyim dört sene Trakya’da kar- kış kıyamet günlerinde ellerindeki mavzerler ile yattıklarını anlatmıştı. Cephe gerisinde ise askerlerimiz cami başta olmak üzere resmi binalarda barınmaktadır, buğday v.s. hububatı saklamak için silolarımız yoktur, zorunlu olarak bazı illerde camiler arpa, buğday ve saman deposu haline getirilmiştir, başka bir imkan yoktur. O günlere ait bir hatırayı rahmetli ağabeyim anlatmıştı:
Bir gece yarısı evimizin dış tahta kapısı yumruklanmaktadır, yaşlı bir hanım ağlayarak: ” Allah rızası için kapınızı açın, evimizde gaz yağı olmadığı için lambamızı yakamıyoruz, oğlum askerde, karanlıkta kaldık, ebenin gözleri görmediği için doğum yaptıramıyor, sizde gaz yağı varmış elimdeki gaz lambası şişesine bir bardak gaz yağı verin de gelinim ve bebeği ölmesin.” Babam annemi uyandırıyor, evdeki bir şişe gaz yağını ile bez, pamuk ne varsa almasını ve acele gitmelerini söylüyor. yaşlı hanım önde, annem arkada evlerine koşuyorlar, gaz lambasını yakarak doğumu gerçekleştiriyorlar.
Rahmetli babam o yıllarda mahallemizin Parti Temsilcisidir, ertesi gün mahalle muhtarımız Afgan Mahmut AKATAŞ amca ile birlikte Kaymakamlığa giderek tuz, bez, gıda, yakacak, para ne varsa alıp bu aileye teslim ediyorlar ve bu ailenin tüm ihtiyaçlarını karşılıyorlar.
Savaşların en acısını cephe gerisinde yaşayan kadınlarımız, çocukları, yaşlılarımız yaşamışlardır.
Allah bir daha öyle acı günleri bizlere ve çocuklarımıza, torunlarımıza yaşatmasın.
ÖZEL NOTUM: O yıllarda ülkemizde tek parti dönemi vardır, babam 1923 yılında o partiye üye olmuş, yıllarca o partinin mahalle temsilciliğini yapmıştır, annem bizlerin başına ve Kur’an üzerine yemin ederdi ki babam kendi evine bir metre bez bile getirmemiş, kendi parası ile satın almıştır. Babam yoksul yaşadı, yoksul vefat etti, 1992 yılında vefat ettiğinde tahta bavulundan benim gönderdiğim 200 lira çıkmıştı, bizlere babamızdan bir demir Türk lirası bile miras kalmadı. Sadece bana bir çuval dolusu tarih kitabı ile tertemiz bir mazi bıraktı. Bizlere haram yedirmedi: ” Eğer kul hakkı, devletin bir kuruşunu haksız yere yerseniz, iki elim iki cihanda iki yakanızda olsun.” diye vasiyet etmişti. Her dönemde yolsuzluk, hırsızlık olmuştur eğer babam istese idi, zengin olurdu ama haysiyetli olamazdı. 38 senelik öğretmenlik ve yöneticilik hayatımda babamın vasiyetini daima göz önünde bulundurdum.