Ülkelerinde çıkan iç savaşlar sonucu canlarını ve ailelerini korumak için başta Suriyeliler olmak üzere, Afganistanlı ve Orta Doğu ülkelerinden gelen çok sayıda insan, zorunluluk nedeniyle Ülkemize sığınmıştır. Bunlara ekonomik nedenlerle Ülkemize gelen İranlı, Pakistanlı ve Afrikalıları da eklememiz gerekmektedir.
Ülkemize sığınan bu insanların sayısı tam olarak bilinmemektedir. Resmî rakamlar ile medyanın ve siyasetçilerin telaffuz ettiği rakamlar arasında büyük farklar vardır. Rakamlar ne olursa olsun, sığınmacıların sayısı ve yaşananlar, Ülkemizin bugününü ve özellikle geleceğini olumsuz yönde etkileyecek, türlü sorunlara neden olacak ve kamu düzeni açısından da toplumu tehdit edecek boyutlardadır.
Bunda Ülkemiz sınırlarının tam güvenlikli olmaması, uygulanan açık kapı siyaseti, gereken tedbirlerin zamanında alınmaması, gelenlerin kabullerinde gerekli kontrollerin yapılmaması ve yanlış politikalar etkili olmuştur ki, bu konulara girecek değiliz.
Burada öncelikle belirtmemiz gereken husus, savaştan kaçan insanları, insani nedenlerle kabul etmek zorunda kaldığımızdır. Bu durum kaçınılmazdı ve sonuçta doğru olan yapılmıştır. Ancak ekonomik sıkıntılarına çözüm bulmak için Ülkemizi geçiş yolu olarak kullanıp Batı ülkelerine gitmek isteyenler, bundan ayrı tutulmalıdır.
Bu konudaki uluslararası temel belgeler; Ülkemizin 1961 yılında taraf olduğu Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair 1951 Tarihli Birleşmiş Milletler Cenevre Konvansiyonu ve bunu 1967 yılında değiştiren, Ülkemizin 1968 yılında kabul ettiği Newyork Konvansiyonudur. Cenevre Konvansiyonu’nun 1/A-2 maddesi mülteci kavramını, “1 Ocak 1951 den evvel cereyan eden hadiseler neticesinde ve ırkı, dini, tabiiyeti, muayyen bir içtimai gruba mensubiyeti veya siyasi kanaatleri yüzünden takibata uğrayacağından haklı olarak korktuğu için vatandaşı olduğu memleket dışında bulunan ve işbu memleketin himayesinden istifade edemeyen veya mezkûr korkuya binaen istifade etmek istemeyen, yahut tabiiyeti yoksa ve bahis konusu hadiseler neticesinde evvelce mûtaden ikamet ettiği memleket dışında bulunuyorsa, oraya dönemeyen veya mezkûr korkuya binaen dönmek istemeyen şahıs,” olarak tanımlamış; 1/B-(1) maddesinin (a) şıkkında, “Avrupa’da meydana gelen olaylar” şeklinde coğrafi sınırlama getirmiş; (b) şıkkında, “Avrupa’da veya başka bir yerde meydana gelen olaylar” diyerek sınırlamayı kaldırmış; 1/B-(2) maddesinde, kapsamını imzacı taraf devletlere bırakmış; (a) şıkkını kabul eden devletin sonradan (b) şıkkını kabul edebileceğini bildirerek yükümlülüklerini genişletebileceğini belirtmiştir. Newyork Konvansiyonunda zaman sınırlaması kaldırılmış; coğrafi sınırlama ise korunarak, öncesi gibi devletlerin takdirine bırakılmıştır. Ülkemiz (a) şıkkını kabul etmiş, yani Avrupa’dan iltica edenlere mülteci statüsünü vermiştir.
Bu kapsamda Ülkemizde de 2013 yılında 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu çıkarılmıştır. Sözü geçen Kanuna göre mülteci kavramı, “Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında verilen statü,” olarak (m. 61); bu Kanunla mevzuatımıza giren şartlı mülteci kavramı ise, Avrupa ülkeleri dışından tıpkı mültecilerde olduğu gibi ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zorunlu nedenlerle iltica edenler şeklinde tanımlanmıştır (m. 62). Görüldüğü üzere, mülteciler Avrupa ülkelerinden, şartlı mülteciler Avrupa ülkeleri dışından iltica edenleri ifade etmekte olup, kriterleri aynıdır. Kanunda mülteci ve şartlı mülteci statüsü dışında kabul edilen ikincil koruma ise, kısaca mülteci ve şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak ülkesine gönderildiği takdirde zulüm görme riski bulunan yabancılara tanınan statüdür (m. 63).
Ülkemize gelen Suriyelilerin hukuki statüsü nedir? Suriyeliler ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı değil, kitlesel olarak geldiklerinden; Suriye, dış ülkelerde bulunan vatandaşları için af kanunları çıkardığından; bu kişiler özellikle dini bayramlarda serbestçe sınırı geçip geri döndüklerinden; mülteci, şartlı mülteci veya ikincil koruma statüsünde sayılamaz. Bu durumda Ülkemize sığınanlar, geçici koruma statüsünde bulunmaktadır. Geçici koruma; yabancıların kitlesel olarak kendi ülkelerinden ayrılmakta zorunlu kalmalarını, ülkelerine geri dönememelerini, acil ve geçici korunma ihtiyacı içinde olmalarını kapsamaktadır (m. 91). Bu konuda çıkarılan Geçici Korunma Yönetmeliği, genelgeler ve diğer belgeler, geçici sığınmadan yararlananların hak ve yükümlülüklerini düzenlemiştir. Değişen koşullar Suriyelilerin, Ülkemizde geçici olarak bulunma zorunluluğunu ortadan kaldırmıştır.
Ülkemiz, resmî rakamlara göre sayıları dört, gayriresmî rakamlara göre beş, altı, yedi ve sekiz milyona varan geçici sığınmacıları barındırmakta, ancak onların ihtiyacını karşılamakta zorlanmaktadır. Ülkemizdeki sığınmacı sayısı, makul sayının çok çok üzerindedir. Bugün yaşadığımız ekonomik sıkıntı, enflasyon ve dar boğazların bir nedeni de sığınmacılardır.
Avrupa Birliği ile 2013 yılında imzaladığımız Geri Kabul Anlaşması, Ülkemizden Avrupa Birliği ülkelerine giden üçüncü ülke vatandaşlarını geri almamızı öngördüğünden, bu durumdaki kişileri geri almak zorunda kalmaktayız. Geri Kabul Anlaşmasının imzalanması sırasında sözü verilen vizesiz seyahat ve gümrük birliği için görüşmeler devam etmekte, özünde ise geçiştirilmektedir. Avrupa Birliği, bu anlaşmalarla kendi ülkelerini koruma altına almış ve sınırlarını koruma yükümlülüğünü üçüncü ülkelere devretmiştir.
Avrupa Birliğinin, Türkiye’deki Sığınmacılar İçin Mali Yardım Programı adıyla oluşturduğu fondan gelen para, Hazineden yaptığımız harcamaları karşılamamaktadır.
Sıkıntı, çok büyüktür. Sorun, hamasetle ve din kardeşliğiyle geçiştirilecek boyutta değildir. Sığınmacıların çokluğu, vatandaşlarımızın ekonomik sıkıntılarını artırırken, haklı tepkilerini çekmektedir. Kişi başına düşen milli gelirimizin sürekli azalmasında sığınmacılara harcanan paralar da etkili olmaktadır. Özellikle genç işsizliğinin felaket boyutlarına ulaştığı bir dönemde, yeni ekonomik ve sosyal krizler kapımıza dayanmıştır.
Aslında bu konu, sadece Ülkemizin değil, tüm Dünyanın sorunudur. Ancak diğer ülkelerin sorunu, Ülkemizin karşılaştığı boyutta değildir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği de, bu sorunları çözmekte yetersiz kalmaktadır.
Peki bu sığınmacılara vatandaşlık verilmeli midir? Vatandaşlık hukukunda vatandaşlığa alma (vatandaşlık verme), ülkelerin ulusal çıkarlarına göre belirlenmektedir. Bunda devletlerin siyasi, ekonomik ve sosyolojik çıkarları, geleceğe ilişkin beklentileri ve sığınmacıların vasıfları ile toplum mühendisliği rol oynamaktadır. Yani gelişigüzel değil, belirlenen akılcı ölçütlere göre seçme yapılarak vatandaşlık verilmektedir.
Bu bağlamda, ülkemize belli miktarda döviz getiren yabancılara taşınmaz satılmasını ve vatandaşlık verilmesini doğru bulmadığımızı belirtmek istiyorum. Çünkü, bizim topraklarımız kolay kazanılmamış, türlü zorluklara karşı topyekûn yapılan savaşlar ve akıtılan ecdat kanlarıyla alınmıştır. Sonradan keşfedilen kıtalardaki, nüfusları göçmenlerden oluşan ABD, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerle, Ülkemizi kıyaslamak doğru değildir. Sözü geçen ülkelerin toprakları çok geniştir ve bunlar kendi milletlerini oluşturmak istemektedirler. Kaldı ki bu ülkeler bile, göçmen alırken duygusal davranmamakta; akıl yoluyla ülke çıkarlarına uygun belirli kriterler koymakta ve seçme yapmaktadırlar. Burada değinmemiz gereken diğer bir husus, Ülkemize ne kadar döviz getirirlerse getirsinler, 1062 sayılı Hudutları Dahilinde Tebaamızın Emlakine Vaziyet Eden Devletlerin Türkiye’deki Tebaaları Emlakine Karşı Mukabelei Bilmisil Tedabiri İttihazı Hakkında Kanun hükümleri uyarınca, Suriyelilere taşınmaz satılamayacağı ve vatandaşlık verilemeyeceğidir.
Yine bu konunun, Balkan ülkelerinden gelen soydaşlarımıza verilen vatandaşlıkla da kıyaslanmaması gerekir. Çünkü Türk soylu kabul edilen ve uyum sorunu yaşamayan muhacirlere verilen vatandaşlık, İskan Kanunu’ndan kaynaklanmaktadır.
Sığınmacıların zorla geriye gönderilmeleri, temel insan haklarını ilgilendirdiğinden, bu konuda referandum yapılamayacağını ve bunun uluslararası hukuka uygun olmayacağını düşünüyorum.
Emperyal emellere, kullanılmaya ve kışkırtmalara açık olan bu konu, tek bir kişinin iradesine ya da inisiyatifine bırakılamaz. Sorun, Ülkemizi ve tüm vatandaşlarımızı, iktidarı ve muhalefeti, nüfus yapımızı ve geleceğimizi ilgilendirmekte, halkın görüşü alınmak suretiyle tüm boyutlarıyla tartışılarak genel bir görüş birliği sağlanmasını, açık ve şeffaf olunmasını gerektirmektedir. Sınır güvenliğimiz geciktirilmeden tam olarak sağlanmalı ve sığınmacılar kayıt altına alınmalıdır. Ülkelerinde teröre ve suça karışanlar belirlenerek gereği yapılmalıdır. Sorun, sığınmacıların, özellikle Suriyelilerin mağduriyetleri de gözetilerek insan hakları çerçevesinde değerlendirilmeli, Suriye’ye karşı yürütülen politika değiştirilerek ilişkilerimiz düzeltilmeli, bu ülke ile arkasındaki Rusya ve İran; PKK ve PYD’yi destekleyen ABD ile görüşülmeli ve birlikte çözüm üretilmelidir. Ayrıca sorun büyüyerek devam ettiğinden, Avrupa Birliği ile imzaladığımız Geri Kabul Anlaşması gözden geçirilmeli gerekirse feshedilmelidir.
Sözün Özü: Devlet idaresi ve liderlik, iç politikaya yönelik çıkar sağlamayı ve günü kurtarmayı değil, gelecekteki olası sorunları görmeyi ve çözüm yolları bulmayı gerektirir.
———-+———-
Güzel Sözler
Lider dediğin önde yürüyen değil, yol gösteren olmalıdır. Mustafa Kemal Atatürk
İnsanlara liderlik etmek istiyorsanız, onlarla birlikte yürüyün. Lao Tzu
Yöneticiler duygularıyla davranmamalı, her zaman mantık yolunu seçmelidirler. Napoleon Bonaparte
Liderliğin gerçek sınavlarından biri, acil olmadan önce bir problemi tanımasıdır. Arnold H. Glasgow