Usta yazar Halil Gökhan’ın yeni eseri ‘İstanbul Oteli’ yayımlandı. Kitapta 1987-2024 yılları arasında 37 yıllık bir dönemde kaleme aldığı ve çok azı dergilerde yayımlanmış, kimileri edebiyat ödülleri kazanmış 41 öykü bulunuyor.
Halil Gökhan edebiyatın usta işçisidir, özellikle kavramsal derinlikte gerçeküstücülüğüyle örtüştüren mekan-insan ve ruh derinliklerindeki alegorileri ile Türk edebiyatında özel bir yere sahiptir.
İşte İstanbul Oteli, Halil Gökhan’ın edebi yetkinliğinin ve anlatı sanatındaki ustalığının zirveye ulaştığı bir eser olarak, edebiyat dünyasında kalıcı izler bırakmaya aday.
Kitapta, zaman, kimlik, varoluş ve mekân gibi temalar, yazarın özgün üslubuyla derinlemesine sorgulanıyor.
Bu kitaptaki 41 öykü Halil Gökhan’ın uzun yıllara yayılan edebi serüveninin özünü sunan, zengin ve derin bir anlatı toplamı. İstanbul Oteli, hem bireysel hem de toplumsal meseleleri keskin bir gözlemle ele alarak okuyucuyu düşündürücü bir yolculuğa çıkarıyor.
“Tanrısal Açmazlar Eşiğinde Bir Çözüm Uyarlaması” gibi öykülerde, maskelerin ve yüzlerin iç içe geçmişliği üzerinden kimlik ve zamanın sorgulanışı, yazarın kalemindeki felsefi derinliği yansıtıyor.
“Karıkocaölünce” ve “I,ı” gibi öykülerde ise mekânın insan üzerindeki etkileri ustaca işleniyor.
Kitap üzerine Kafekültür’den Emine Ebru’nun yaptığı yaptığı röportajda ’37 yıllık yazım sürecinde edebi yolculuğunuzda neler değişti?’ sorusuna Halil Gökhan şu cevabı veriyor.
”İstanbul Oteli bir kitap olmanın ötesinde sanıyorum ki bir geçmiş mozolesi. “İçeride” çok bekleyen, bekletilen 41 öyküm için, beş sene önce ikinci kez yerleşmeye geldiğim Edremit (Balıkesir) kasabasında karşılaştığım bir metruk otelin içinden sesler ve lekeler olarak kaçmaları diyebilirim. 37 yıllık zaman aralığının tam olarak düzenli ve ritimsel olarak sürdüğü söylenemez tabii. Kitabın adını taşıyan otelin, onunla karşılaştığım ilk günden beri bir kişisel saat gibi çalışması sonucu bu mozole oluştu ve kitaba adını verdiğim öykümle şimdiki zaman da eklendi bu paralel akışa. Yeni, öncekinin belki de ilkinin özelliklerini taşımayan bir dönemin başlangıcı olduğunu da hissediyorum İstanbul Oteli’nin. Yolculuklarda oteller çok önemli değil midir? Onların süresiz yabancılığı, sizin süreli yabancılığınız sayesinde ortaya kıvamından yenemeyen bir edebiyat pastası çıkar, bu dev imgeyle: Otel. Ben biraz da Edremit’te yoldan ayrıldım sanırım, kimseye tavsiye edemeyeceğim bir şekilde. Bu kasabada yaşadığım son yıllarda eğer bir edebiyatçı olmasaydım çoktan akıl hastanesine kapatılmıştım.”