DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

YÖNETİM VE ÜRETİM ÜZERİNDEN DEMOKRASİMİZ

Yayınlanma Tarihi : Güncelleme Tarihi : Google News
YÖNETİM VE ÜRETİM ÜZERİNDEN DEMOKRASİMİZ

Bazen yazılarımızda, Osmanlı-Türk tarihinde devlet erkinin el değiştirilmesindeki ‘kadro-dinamiklerini’ anlatmaya çalışıyoruz;

Kimi arkadaşlar, paralel devlet yönetimi üstüne verdiğimiz bilgileri biraz daha yakın tarihe getirip-getiremeyeceğimizi sordular.

Bu konuyla ilgili güncel hukuk ve uygulama şekli nedeniyle çok açık konuşmayacağız.

Biz daha eskilere gidelim.

Osmanlı dönemine… Osmanlı Şehzadelerinin yetiştiriliş tarzındaki ‘paralel devlet’ olgusunun nasıl şekillendiğine değinelim.

Biliyorsunuz her bir şehzadenin çevresinde, eğitimcisi, maliyecisi, kasası, tarihçisi, küçük bir ordusu, haremi, âlimi, vardır…

Şehzadeler devleti yönetmekte baştan ‘ittifak’ arayışlarında bu gücünü kullanır.

Mesela  2. Mahmut, kendisini iktidara taşıyan Yeniçeriler’in daha yüksek maaş, kadro istekleriyle gitgide artan başkaldırı cür’etlerine bir zaman öyle bir savaş açmıştır ki, onlardan hiçbir iz bırakmamak için mezar taşlarındaki külâhları dahi kırdırmıştır!

Nizâm-ı Cedid olayı da nispeten böyle bir mücadelenin sonucudur.

Mithatpaşa’ yı da örnek verdik; ilk Osmanlı Anayasası olan Kanun-i Esasi’ yi hazırlayan kurulun başkanıydı; ama bir zaman sonra Yıldız Sarayı’ nın bahçesinde kurulan bir mahkemede, -Dikkat edin Yıldız Sarayı’ nın bahçesinde kurdurulan bir mahkemeyle- idam kararına çarptırıldı. Oysa bu Mithatpaşa Osmanlı’nın Batılılaşmasında en önemli modellerden biriydi.

Yakın tarihten başka örnekler de verelim:

Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadelenin daha ilk safhalarında Saltanat idaresine karşı başlıca şu üç kişiyle yola çıktı: Rauf Bey (Orbay) Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşa.

Bu üçlü’nün aralarındaki bağ öylesine güçlüydü ki, mesela Rauf Bey, Osmanlı Meclisi’nin Saltanat himayesinde toplanmasının, halkın temsil yetkisini karşılamadığını ispat etmek için; Meclis’in İngilizler tarafından basılacağından neredeyse emin bir şekilde, kendini feda ederek İstanbul’a gitmişti…

İşte bu Rauf Orbay, İzmir Suikastı Davası’ndan idamla yargılanmıştır… On yıla mahkûm edilmiştir; ama daha sonra yeniden politikaya atıldı ve 1939 yılında Kastamonu’dan Milletvekili seçildi…

Ancak işin çok öncesinde Halk Partisi’nden ayrı bir politika izleyerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Kurucularından olduğunu unutmayalım.

İleride bir başka parti de aynı akıbete uğrayacaktır; Demokrat Parti!

Ancak oraya gelmeden Kurtuluş Savaşı mücadelesindeki diğer bir aktörü sayalım;

Mesela Kazım Karabekir Paşa; özellikle Doğu Cephesi’nde kazandığı büyük-gerçekten çok önemli zaferleri çok iyi anlaşılmalıdır;

Peki İnönü’ nün İkinci Şef döneminin Cumhurbaşkanı olarak, okul kitaplarında bir de ‘paralel bir tarih’ yazımına neden olunduğunu biliyor musunuz?

İşte burada İnönü lafı edilince, Celal Bayar arasındaki çekişme üzerine bir soru geldi; Cumhuriyet tarihinde bu ikilinin üzerinden yakın dönem karşılaştırmalar yapılsa en önemli siyasal özellikleri nelerdir?…

Ancak bu isimlere gelinceye kadar, hemen öncesinde Mehmet Recep Peker (zamanında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri sıfatıyla İnönü’nün safında önemli bir isim olarak sivrildi. Faşist İtalya ve Nazi Almanyasına yakın bir politika savundu!)

Buna karşılık diğer uçta, Şükrü Kaya, Dr. Tevfik Şükrü Aras’ ı karşılaştırabiliriz ki Aras’ın kızı Fatin Rüştü Zorlu’yla evlenmiştir;

Yani 1960 ihtilâli sonrasında idam edilen eski Dışişleri Bakanı!

Hatta Adnan Menderes de demokrasi tarihimizin en önemli kahramanlarından biri olmasına rağmen neden Askeri Vesayetin  ‘Kemalizm-Atatürkçülük’ adı kullanılarak yaptığı müdahalesine muhatap kalmıştır, diye sorabiliriz?…

Buna toprak sınıfı, kırsal yapı ve bürokrasi çatışması diyebiliriz…

Daha iyi bir önek olması için sadece ve sadece isimleri hatırlamak üzerinden, İnönü ve Celal Bayar’ dan başlayalım;

Görünürde iki siyasal kanat vardır:

Bir yandan Devletçi yapı sayesinde ‘kalkınma’ çabası;  bunlara sözde ‘aydın ittifakları’ dahil olmuştur; bir ölçüde asker vesayeti üzerinden topluma ‘ayar çekme’ yanlısı bir ‘modernleşme’ isterler;

Diğeri, toplumun ‘gelenekçi’ yapısıyla işbirliği içinde, Cumhuriyet’e karşı tarikatlarla bile işbirliğine giren muhalif duruş!…

Bu sürecin başka örnekleri de var: Kadro hareketi denilen ve Doğan Avcıoğlu’nun Yön dergisi etrafında toplanan başka ‘paralel oluşumlar’ da devlete sızmaya çalıştı…

Yine Erbakan’ın tarikat şeyhlerini Başbakanlıkta ağırlaması da, tasfiye nedeni olmuştu;

6-7 Eylül olaylarını da bu açıdan düşünebiliriz.

Peki amaç neydi?…

Hiç lafı dolandırmayalım, milletin cilt-cilt kitaplarında tartıştığı esas konu kapitalist düzen-yapıcıların sosyal-demokrat politikalarla mı, yoksa liberalizme kayan serbest ekonomi stratejilerinin mi izleneceği sorunudur?…

Yani devlet eliyle kapitalistleşme sürecinde yeni zenginlerin nasıl yaratılacağı, besleneceğidir.

İşte konunun bam teline geldik; ‘Rejim’ açısından bakarsanız; tüm bu kaos’un nedeni, üretimle zenginleşemeyen bir ekonominin, sermaye altyapısına ‘çökme’ stratejisi olduğunu anlarız.

Yani üretimi ve üretimdeki katma değeri (ve uluslararası değeri) artıramayan ekonomide bölüşümün dağıtılması meselesidir…

Demek istediğim şu, iktidarı bir zenginleşme aracı olarak kullanımı ideolojik yapıları etkiler.

Bu ideolojik yapı seçimleri etkiler.

Seçimler yönetimi etkiler.

Demokrasi sürecinde bu etkilenişim normal olmakla birlikte hukuk zenginleşen zümreyi koruyan aparata dönüşürse ne olur?…

Yani, yolsuzluk dosyalarından, imar rantından, K.İ.T ‘lerin özelleştirilmesine,  yargı birimlerine uzanan hukuki-siyasi bir çatışmadan söz ediliyorsa;

Ya: Devletin kontrol mekanizmalarının birbirini yeterince denetleyememesinin sıkıntısıdır.

Ya da: Denetimin işlerine gelmemesidir!

Böylelikle üretim sermayesine çökme ve zenginleşen zümrelerin rejim içindeki ‘paralel örgütlenmesi’ başlar. Bu da yönetim rejimi alanına girer.

Kimbilir bazıları Yeni Osmanlıcık derken bu konuları da ideolojilerine giydirmiş olabilir mi sorusu sorulabilir!

Tıpkı bir zaman modernleşme derken, vesayetçi sistemleri Gladyo-derin devletle örgütleyenler gibi…

İşte evrensel hukuk bu anlamda hem vatandaş- devlet iletişiminde, hem iktidar- zümre ve hem de üretim- kalkınma ilişkisinde esas olmalıdır.

Çünkü üretemeyen insan üreten insana düşmandır!

Osman Özbaş

YORUM YAP